Brooklyn'de yaşayan sanatçı Ralfi Berk, Osmanlı zanaatkârlarının köklü geçmişinden ilham alan çalışmalar üretiyor. Sanatçının yaklaşımı, girift geleneksel desenleri yeni bakıș açıları ve modern tekniklerle yorumlamaya, onları günümüze ve geleceğe taşımaya çalışıyor.
Ralfi'nin güncel çalışmaları İznik seramiklerini ve Osmanlı ahșap ișciliğini inceliyor. Ralfi ile yüzyıllar boyunca gösterişli sarayları, hamamları ve camileri süsleyen Osmanlı kültürünün en ünlü sanatsal ürünlerine övgü niteliğindeki çalışmaları ve üretim pratiği üzerine sohbet ettik.
Ralfi Berk kimdir? Kısaca kendinden bahsedebilir misin?
1990 yılında İstanbul’da doğup büyüdüm. Amerika’ya taşınmadan önce ilk 20 senem bu renkli, desenli, yoğun görselli şehirde gecti. Fayanslar, halılar, bakır tepsiler, ipek kumaşlar, desen içinde desenler. İyisiyle kötüsüyle hafızamın derinliklerine işlendi bu şehrin kolektif estetik tercihleri, benim bir parçam, sanatıma ilham oldu.
Mühendis olunur “doğru düzgün” iş yapılır dediler, oldum. Güzel de oldu, Sabancı Üniversitesinden mezun olduktan sonra UC Berkeley’de yüksek lisans yaptım, 20’li yaşlarımı Silikon Vadisi ve San Francisco’da geçirdim. Teknoloji sektöründe büyüklü küçüklü yazılım şirketlerinde çalıştım uzun süre. Son 3 senedir de New York’dayım. Brooklyn’e taşındım, teknoloji işlerini geride bıraktım, sanatçı oldum. O çok sevdiğim desenlere geri döndüm.
Kendine özgü çok karakteristik bir tasarım diline sahipsin. Bu görsel dilin ortaya çıkış süreci nasıldı?
İşlerimde geleneksel desenlere yer veriyorum. Asırlar boyunca farklı halklar ve kültürler tarafından benimsenmiş, sürdürülmüş desenler beni çekiyor kendine. Mesela Çintemani - birbirine bakan 3 inci etrafında da kıvrımlı bir dudak/alev. Osmanlı’da saltanat ve güç sembolü olarak kullanılan padişahların kaftanlarında sıkça görülen bu desenin budist kökenleri olduğu düşünülüyor. Bana sorarsanız inanılmaz şehvetli bir desen, bakanı içine çekiyor adeta. Zamana meydan okumuş, sayısız insan tarafından beğenilmiş tekrar tekrar çizilmiş. Beni büyüleyen de bu aslında, bazı desenler bir şekilde yolunu buluyor, onları tekrarlayacak kişileri seçiyorlar. Ben de onlardan biriyim.
Lovers' Chintamani & Escher's Chintamani, 2024
Biraz da yaratıcı sürecimden bahsedeyim. Elime kalemi alsam doğru düzgün bir çöp adam bile çizemem ama kimsenin görmediği güzellikler, küçük detaylar da hiç gözümden kaçmaz. Herkes sahilde gün batımını izlerken, ben hazine avındaki bir çocuğun heyecanıyla yerde güzel taş ararım. Antikacılarda ne aradığımı bilmeden saatler geçiririm. Genç yaştan beri fotoğraf çekiyorum. Sağolsun babamın bana verdiği tuğla gibi kalın, ilk piyasaya çıkan DSLR kameralardan biriyle başladım 2000’lerin başında. Kameram yanımda yoksa bile yine de bakınırım güzel bir perspektif bulmak için. O bakış açısı beni tatmin ederse, atarim hafızama, ileride bana ilham olur. Görsel dilimi de etkiledi tabii ki bu deneyimlerim. Mesela çiçekli bir pano mu tasarlayacağım, açarım saraylarda, hamamlarda çektiğim İznik çini fotoğraflarını, sevdiğim bir çiçek bulunca büyütüp üzerinden geçerim bilgisayarda, eklerim onu panoya. Çiçek resmi yapmak değil de daha çok kırlardan çiçek toplamak gibi benim tasarım sürecim.
Renk, çalışmalarında önemli bir rol oynuyor. Renk seçimlerinde hangi duygusal ve sembolik anlamları ifade etmeyi amaçlıyorsun?
İznik çini üretiminin erken döneminde, 15. yy'ın son çeyreğinde, zanaatkârlar sadece beyaz zemin uzerine kobalt mavisi ile çalışabiliyordu. Bu kısıtlı renk paleti erken dönem çini tasarımlarının hat sanatına benzer öğeler taşımasına yol açtı. Takip eden yüz yıl içerisinde yeni renkler eklendi, önce turkuaz, sonra mor, yeşil, siyah ve en son da kırmızı. Renk paleti genişledikçe, çini tasarımları yıllar içerisinde daha resimsel hale gelmeye başladı. Çiçekler, saz yaprakları, serviler, tavus kuşları doldurdu İznik çini panolarını.
Ben de renk ve malzeme seçimlerimde kendime benzer kısıtlamalar yaratmayı seviyorum. Zamanında teknolojik nedenlerden ortaya çıkan bu kısıtlamalar nasıl zanaatkârların tasarım dillerini oluşturdu ise ben de kendime çektiğim bu yapay sınırların sanatsal ifademi yönlendirmesine izin veriyorum. Benden önce gelen sanatçı ve zanaatkârlarla empati kurmak amacım. Benzer bir yoldan ilerlemeye, daha iyi anlamaya çalışıyorum 16. yy’da Osmanlı’da bir seramik veya ahşap ustasının deneyimini.
Tasarım süreci ve çıkan ürün bazında bugüne kadar seni en çok heyecanlandıran çalışman hangisiydi?
Yakın zamanda yaptığım Nazar Boncuğu (Somurtkan Kurbağa) geliyor aklıma. Bu eseri benim icin özel kılan, eserin karşısındaki kişi ile bakışmaktan öte bir ilişki kurabilmesi. Pirinçten yapılmış kurbağayı elinize alıp gezdirebiliyorsunuz gölün etrafında. Dalgalı tahta yüzeyde onu ilerlettikçe tatmin edici tıkırtılı sesleri çıkıyor. Kurbağa beğendiği noktalarda kendi iradesiyle (ve biraz da mıknatıs yardımıyla) tutunuyor tahtaya ve orada bırakabiliyorsunuz. Yok yok bu eserin içerisinde. Kiraz ağacından yapılmış gövde sedef ve mavi deniz tarağı kakma detaylarla süslenmiş, el yapımı Japon indigo mavisi kağıt çerçeve, el oyması ahşap tabaklar, pirinç kurbağa, bir de 24k altın. E peki altın nerede? Kurbağa da onu arıyor zaten, gölün etrafında dönüp duruyor. Bir türlü altını bulamadığı için de haliyle epey somurtkan. Kurbağayı kaldırıp altına bakarsanız orada bulacaksınız altını. Maalesef o bunun farkında değil.
Evil Eye (Grumpy Frog), 2024
Üretim sürecinden biraz bahsedebilir misin? Analog ve dijital tekniklerin hangisine daha yakınsın?
Analog ve dijitalin tam da ortasındayım aslında. Tasarım seçimlerimde geleneksel öğeleri tutsam da mümkün olduğunca modern teknikler kullanarak eskiden yapılması mümkün olmayan yorumlamalarını yapıyorum geleneksel desenlerin. Tasarımlarımı dijital ortamda yapıyorum, çoğunlukla lazer kullanarak fiziksele aktarıyorum. İş üretime geldigi zaman içimdeki mühendis ortaya çıkıyor. Çok fazla deney yapıyorum, farklı malzemeleri kullanarak elde ettiğim sonuçları sistematik bir şekilde not alıyorum. Aylarca eser üretmeden tekniğime odaklandığım oluyor. Biraz takıntılıyım tabii, tam istediğim gibi olana kadar işçiliğin kalitesi, peşini bırakmıyorum.
Şu anda üzerinde çalıştığım yeni ahşap serimde mümkün olduğunca doğal malzemeler kullanmaya gayret ediyorum. Mesela ceviz, maun, kiraz ağacı, sedef, deniz tarağı kabuğu, kağıt, bakır, pirinç. O kadar çok zaman geçiriyorum ki bu malzemelerle, onlarla kişisel bir ilișki kuruyorum adeta. Hangisi neyi sever, neden hoşlanmaz, ne yapsam kırlır, ne yapsam ışıl ışıl parlar bunu anlamakla geçiyor zamanım. Bir gün boyumdan uzun, ağır keresteleri taşıyıp, kesip, zımparalıyorum saatlerce, ertesi gün elimin neminden buruşacak kadar hassas ve ince, minicik kağıtları şekle sokmaya çalışıyorum. Bu çeşitlilik beni besliyor. Her ne kadar bir teknikte ustalaşmayı sevsem de malzeme yelpazemi zaman içerisinde genişletmek benim icin çok onemli.
Çalışmalarının arkasındaki ilham kaynaklarından biraz bahsedebilir misin? Bu alanda ya da farklı disiplinlerde merakla takip ettiğin isimler kimler?
En büyük ilhamı bizden önce gelen, isimlerini bilmediğimiz zanaatkârlardan alıyorum aslinda. İyi işçiliğe, nesilden nesile aktarılarak derinleșen zanaatlara aşığım. En küçük ayrıntılarına kadar incelerim antika sedef kakma dolapları, çini karoları, bakir tepsileri. Fark edilmesi zor detayları bulmaya, onu üreten ustanın aklından neler geçmiş anlamaya çalışırım.
Birkaç isim de paylaşmak isterim. Çağdaș sanatçılardan Murat Palta yaptığı minyatürlerle beni uzun yıllardır çok etkilemiş, kendi sesimi bulma yolculuğumda bana örnek olmuştur. Elif Uras'ın seramiklerini de yakından takip ediyorum, gerçekten çok etkileyiciler. Bir de fotoğrafçı Amanda Charchian var, uzun yıllardır takip ettiğim sanatçılar arasında. Adeta eriyorum fotoğraflarına bakınca, göz atmanızı tavsiye ederim. Son olarak da bir 80 yıl geri gidersek M.C. Escher bir bașka ilham kaynağı benim icin. Hem matematik, hem ruh bir arada eserlerinde, şakacı da.
Lotus & Serpent, 2024
Gelecek için heyecanlı mısın, planlarında neler var?
Hayatımda gelecek için en heyecanlı olduğum yerdeyim sanırım. Uzun yıllardır yapmak istediğim işi yapıyorum ve yolun başındayım, daha ne olsun. Önümüzdeki dönemde New York ve İstanbul merkezli bir tasarım atölyesi kurmak istiyorum. Desenlerimi kullanacağım mimari ve iç tasarım ürünleri yaratmak amacım. Ahșap duvar karoları, kișiye özel tasarlanabilen ahşap paneller, sürgülü kapılar ve belki de mermer yüzeyler… Yavaş yavaş plan oluşuyor kafamda. Brooklyn’deki atölyeme geldiyseniz bilirsiniz, etkileyici yaşam ve çalışma alanları tasarlamanın özel bir yeri vardır kalbimde. Bir de hamam tasarlama projem var, bugüne kadar yapılmamış özüne sadık ama modern bir hamam. Olur mu, olur. Bir bakarsınız benim hamamda köpüklere gömülmüş keseleniyorsunuz.