top of page
Tuna Mert

Metalist'in Oyun Alanı



Yolu metal heykel üretmek arzusu üzerinden kesişen sanatçılar Büşra Kölmük, Esk Reyn, Muzaffer Tuncer ve onların sanat pratiğine ilk günden beri tanıklık eden, birbirleriyle paylaştıkları atölyenin kaptanı Bülent Çınar ile dördünün hem bireysel hem kolektif üretimleri üzerine çalıştıkları “Metalist”in oyun alanındaydık.

Röportaj: Büşra Soydemir - Fotoğraflar: Beyb Studio


Burası birçok sanatçının dahil olduğu bir organizma. İşleyişiniz nasıl?

Bülent Çınar: Atölyenin genel tavrı usta-çırak ilişkisiyle devam eder, bu tavır benim de bu işi öğrendiğim yöntem. Bu alana üretmek için giren herkes ilk geldiği anda acemidir. Bu işin nasıl yapılacağına dair fikri olmayan herkes içeride işinde ustalaşmış sanatçılara bakarak konuyu çözüyor. Malzemeyi tanımak, onu kişinin kendi estetik düşüncesi doğrultusunda eğmek, bükmek, biçimlendirmek, teknik ekipmanları detaylı ve güvenli bir şekilde kullanmayı öğrenmek ustaları izlemekle mümkün. Usta-çırak ilişkisi metal heykeller üretmek konusunda kıymetli bir husus. Birbirine öğretme, el verme şeklinde devrolan bir iş olduğu için her gelen öğrendiği kadarını bir sonraki nesle eksik bırakmadan, kendi de üstüne araştırmaları ve öğrendikleriyle bir şeyler ekleyerek devam ediyor.



Büşra Kölmük: Yaptığın işi çok sevince bunu başka birileri daha yapsın istiyorsun. Sende aşk olan bir şey başkasında da olsun diye bunu yapabilecek birileri varsa ona da öğretmek istiyorsun. Metal heykel yapan tek insan olsa ister istemez en iyisi olur. Piyasada bunu yapan bir sürü insan olsun ki hep birlikte yükselelim. Aramızda çok tatlı bir rekabet var. Ben iyi olmaya çalışıyorum ki benim işimi gören daha iyisini yapsın. O benim üzerime çıksın ki ben daha iyisi için çalışayım. Sürekli birbirimizi tetikliyoruz. Bunu yaparken birbirimize rakip olduğumuz alanlarda bile birbirimize yardım ediyoruz.


Esk Reyn: Atölyenin alan paylaşmanın ötesinde bir enerjisi var. Buraya ilk geldiğimde mekanın kendisinin değil enerjisinin içine çekildim. Buradaki insanlar bana bir şeyler öğretince işimi daha iyi yapabildim, benden sonra gelenlerde de benim başlangıçtaki istekliliğimi gördüm. Kapıdan giren herkes yaratma arzusunda, sadece yöntemi bilmiyor. Ben o yoldan geçtiğim için o enerjiyi, o heyecanı karşımdakinde görünce büyük bir sempati duyuyorum. Paylaştığımız şey bambaşka bir şey; malzeme değil, mekan değil, çok daha boyutsuz. Yanımızdaki insanlarla aynı duygu seviyesine çıkınca somut olmayan bir durum paylaşıyoruz. Aslında bu kadar öğretme güdüsünde olmamızın bir sebebi de yarın öbür gün o enerjiyi yükseltecek birilerini destek olarak yanımıza çekmek. Bu enerjinin peşinde olmalıyız, o duygunun boşta kalmaması lazım.



Sanatçı olarak kendi yolunuzu inşa ederken başkasına el vermeye zaman ayırmaktaki denkleminiz ne?

Büşra Kölmük: Başkasının başarısı motivasyon sağlıyor. Aramızdan biri bir sergiye dahil olunca, ödül alınca veya eser satınca burada hep beraber kutluyoruz.


Bülent Çınar: İnsan öğretirken daha iyi öğreniyor. Birine bir şey aktarman gerekiyorsa bu bilgiyi kafanda tasnif etmeden aktaramıyorsun. Tasnif ettiğin bilgi de diğer bilgilerle birbirine tutunmuş oluyor. O bilgilerle sağlam kontaklar kurduktan sonra çıkıyor ağızdan bilgi, bir şeyi rastgele söylemiyorsun. Ayda bir ortaya herkesin işlerini koyup tartışmaya açıyoruz. Heykellerin sahipleri heykellerinin fikirsel süreci ve gerçekleştirme aşamasını dili döndüğünce anlatmaya çalışıyor. Diğerleri de kendi eleştirilerini veriyor. İşler konuşulduğu zaman insanlar yaptıkları işin hesabını verebilmeye başlıyor. Bir heykeli yapınca onun hesabının verilebilmesi lazım. Herkesin eser gördüğünde merak ettiği başlangıç noktasında ne olduğu, hangi duyguyla yapıldığı ve sürecin nasıl geliştiği aslında. Hesap verebilme hali bu noktada zihni de eğitiyor. Birbirimizin işlerini dinledikçe birbirimizin düşünce dünyasına da şahit olmaya başlıyoruz.


Sürekli dirsek temasında çalışmanız malzemeyi kullanış biçiminizi etkiliyor mu?

Muzaffer Tuncer: Milyon çeşit metal türü ve metal uygulama tekniği var. Metal çok özgür bir malzeme olduğu için seçenek çok fazla. Aslında kendi ruhani yapımıza göre üretim biçimimiz şekilleniyor. Ben atölyeye girer girmez çekiç tuttum ve soğuk dövmeyle başladım. Soğuk dövmek metali ısıtmadan dövmek demek. Ruhani olarak bana yakın gelen üretim biçimi buydu. Çekici aldıktan sonra bir daha elimden bırakmadım. Parça parça çalışmak gibi başka pratikler de denedim, yönelimlerimiz heykelin isteğine göre şekillenebiliyor.


Büşra Kölmük: Herkesin işçiliği farklı, herkes kendince bir yöntem buluyor.



Malzeme kullanımının dışındaki özgünlük algınız nedir?

Muzaffer Tuncer: Özgünlük dediğimiz şey tutarlı üretim bir formu tekrar etmek ya da aynı boyutu kullanmak değil. Benim için özgünlük kavramı üretimlerde farklı formlar da olsa işlerin özüne sanatçının yansıması. Mesela Arnold Böcklin’in Ölüler Adası resminin beş farklı versiyonu var ama tüm versiyonlarda umutsuzluğun içinde ışık görülür. Esas özgünlüğü etki getiriyor.


Bülent Çınar: Benim özgün alanım heykelleri izleyiciyle kamusal alanda bir ilişkiye sokmak. Dolayısıyla malzeme ve form değiştiği zaman beni tanımlayabilecek bir şey kalmıyor. Çünkü bir sürü şey deniyorum, yeni form ve malzemeler denemek en sevdiğim şey. Ama genel olarak üretim kaygım işlerimin izleyiciyle bir şekilde ilişkiye geçmesi; oyun, şaşırtmaca gibi özelliği olması. İzleyiciyi davet eden, onlarla gerek temas gerek görselle ilişkiye geçen işler üretmek peşinde koştuğum alan. Heykellerimi hayatın içine sokmak gibi bir kaygım olduğu için geri planda yaslandığım perspektif çok açık.


 

"Herkes birbirinin nerede başladığını ve nereye evrildiğini gördüğü için birbirimizin işleri hakkında birbirimizin görmediği ışıkları açıyoruz. Aslında birbirimizin üretim biçimini tanıdığımız için boğulurken birbirimizi tutup nefes aldırabiliyoruz."


 


Birbirinizden imgelerin üretimine dair de yönlendirmeler alıyor musunuz?

Esk Reyn: Benim stilime yaklaşımım öncesinde de çok belirgindi. Buraya üçümüz de eskizlerimizle geldik. Muzaffer’in çizimlerinin döverek heykel formuna dönüşebileceği, benim formlarımın keserek ekleme yöntemiyle yapılabileceği gibi yönlendirmelerle yolumuzu bulduk. Atölyede öğretilen şeyin temeli, girmek istenilen yola dair daha deneyimli insanların yol haritası çizmesi. Herkes birbirinin nerede başladığını ve nereye evrildiğini gördüğü için birbirimizin işleri hakkında birbirimizin görmediği ışıkları açıyoruz. İşin sahibi çalışırken detaylarda kaybolabiliyor, gözden kaçırılan noktaları veya bir adım geriden bakmayı hatırlatıyoruz birbirimize. Aslında birbirimizin üretim biçimini tanıdığımız için boğulurken birbirimizi tutup nefes aldırabiliyoruz.


Büşra Kölmük: İşlerimiz de benzeşmiyor, aynı konuyu işleyecek olsak, somut bir varlığı da ele alsak hepimizin yapacağı heykel çok farklı olacaktır. Birbirimize fikir verirken de karakterlerimizi bildiğimiz için o karakter dahilinde fikir veriyoruz. Sanatçının kendi tarzının dışında olmayan, onun da sevebileceği bir öneriyle gidiyoruz.


Bülent Çınar: Hepimizin bir eskiz defteri vardır, oraya bir şeyler karalarız. Kafamızdaki neyse oraya not düşeriz. O notların tamamı bir yatırımdır ve burada daha deneyimli olanlar bu notların metalin diline uygun olup olmadığına dair yönlendirmelerde bulunur. Bunu fikrin ifadesine dair bir tavır takınmadan, fikrin ana çekirdeğine dokunmadan yaparız. Onu bozmak aklımıza gelmez, onu hangi yöntemle gerçekleştireceğini anlatmaya çalışırız.



 

"Bir süre sonra oturmuş tavır sebebiyle kazanılan başarılar sanatçıyı kısıtlamaya da başlayabiliyor. Orijinallik denilen şey tek bir noktaya takılı kalmaya sebebiyet verebiliyor. Sanatçı kendini güvenli hissettiği alanda kalmak isteyebiliyor, bu da sanatını sıkıştırıyor."


 

Bu atölyeye girmek sanatçıların üretim pratiğini metal üzerinden domine etmeye karar vermesi anlamına geliyor mu?

Bülent Çınar: İnsanlar bir malzemeye başlarken de o malzemeyi sevip sevmeyeceğine karar veremiyor. Bazen farklı farklı malzemeler deneniyor. Deneye açık bir yaşta, oturmuş bir tavır yokken, adını onunla duyurduğun bir durum oluşmadan bir sürü şeyi deneyimlenmek de önemli. Bir süre sonra oturmuş tavır sebebiyle kazanılan başarılar sanatçıyı kısıtlamaya da başlayabiliyor. Orijinallik denilen şey tek bir noktaya takılı kalmaya sebebiyet verebiliyor. Sanatçı dediğimiz şey bir sürü noktadan beslenmeye açık olduğu için başka noktalarda üretim şansı var. Ama stil sahibi olmanın da böyle bir handikapı var. Sanatçı kendini güvenli hissettiği alanda kalmak isteyebiliyor, bu da sanatını sıkıştırıyor. Bu üzerinde çok tartıştığımız bir konu.


Esk Reyn: Ben tam olarak bu handikapın içindeyim. Spesifik renk paletim ve formlarım var. Okulda heykel bölümüne girmeden önce de graffiti yapıyordum. Graffitide esas konu üslup yakalayıp stilin üzerine varyasyon üretmektir. Heykelden önce böyle bir üretim pratiğim olduğu için buraya geldiğimde güvenli bulduğum formlar ve renklerde üretmeyi deneyerek bir şeyler inşa ettim. Heykel pratiğimde yakaladığım tarz güvenli alanımda yarattığım her yeni işte özgünlüğü yakalamak üzerine kurulu. Yani handikapın varlığı bende başka bir yöne evrilerek özgünlüğümü bulmama sebep oluyor.



Fikren bir heykeli nasıl oluşturuyorsunuz? Aklınızdaki imgeler 3 boyutlu mu çıkıyor?

Büşra Kölmük: Ben hiçbir zaman üç boyutlu düşünmüyorum. Yazarak ilerliyorum. Önce fikir, sunuş veya problemi yazıyorum, sonrasında nasıl yapacağımı dair küçük çizgiler ekliyorum taslağa. Bu çizgiler sadece benim anlayabileceğim notlar, basit geometriler, çizgiler ve oklarla taslağı oluşturuyorum. Metali, uygulama anında ucu açık olduğu için çok seviyorum. İşin içindeyken işi sürekli değiştiriyorum, iş beni bir yerlere götürebiliyor. Hatalar bile güzel tesadüfler yaratabiliyor. Metinsel anlamda fikri değiştirmiyorum ama uygulamada görseli dönüştürüyorum.


Bülent Çınar: Ben maket yaparım. Birimiz yazar, birimiz çizer, birimiz modeller. Dördümüz de farklı gidiyoruz.


Muzaffer Tuncer: Ben biraz bilinçdışı ilerliyorum. Heykellerimin görüntüsünün içimden ilk çıkışı hayvani bir şekilde oluyor. Birkaç aydır üç boyutlu modelleme yapıyorum, öncesinde nereden geldiğini bilmediğim güdüyü desenle çalışıyordum. Desenlerim de çizgisel tatta, mürekkepli kalemle karanlık tonlarda yaptığım karalamalar.


Esk Reyn: Muzaffer tamamen kendi ruh hali ve duygularının dışavurumunu uyguluyor.


Büşra Kölmük: Bülent Çınar ve ben daha çok toplum sorunlarıyla ilgileniyoruz. Biz de bizi rahatsız eden şeylerin dışavurumunu uyguluyoruz.


Bülent Çınar: Esk Reyn’de de tamamen soyut bir durum var. Bambaşka noktalardayız. Yaratım güdülerimiz, çıkış noktalarımız, yollarımız çok farklı.


Esk Reyn: Benim üretimim çok güdüsel bir yerden çok planlı bir gidişe evrildi. Güdüler üzerinden şehri yorumluyorum, şehirdeki duygular üzerinden farklı konuları işliyorum, temel oyun alanım şehrin kendisi. Şehirde gördüğüm doku üzerinden graffiti stilleri çıkarıyorum. Bunu o kadar uzun zamandır yapıyorum ki benim için kontrol edilebilir bir duruma geldi. Artık o güdüleri kontrol edip planlı bir şekilde üretime dahil edebiliyorum.



Metalin doğası çalışma prensibinizde sizi nasıl yönlendiriyor?

Bülent Çınar: Metal ileri geri sürekli devam edebileceğin, ekleyerek çoğalabileceğin, keserek tekrar geriye dönebileceğin yani hem ilerleyebileceğin hem geriye dönebileceğin çift yönlü bir üretim stiline kapı aralıyor. Bu da malzemenin en güzel tarafı.


Muzaffer Tuncer: Bende eskizden sonra çok esneklik payı olmuyor. 3 boyutlu modelleme yapmadan önce de kafam üç boyutlu makine gibi çalışıyordu. Bu atölyeye elimde heykel olabilecek eskizlerle giriyorum. Desen üzerindeyken bir heykelin on farklı versiyonunu yapıyorum. Hangisi üretmek ya da kendimi yıpratmak anlamında daha değerli gelirse ona yöneliyorum, üretirken kendimi parçalıyorum çünkü.


Esk Reyn: Muzaffer savaşır gibi çalışıyor. Bende durum tamamen esnek. Deseni getiriyorum, yarı yolda o deseni tekrar yorumlamaya başlıyorum. Heykel üzerinde çalışırken yaptığım aksi bir hareket güzel bir şeye sebep olabiliyor.




Gelecekte heykellerinizin nerede konumlanması arzusundasınız?

Büşra Kölmük: Benim arzum heykellerimin şu anki hallerinden daha büyük boyutta olmaları ve tüm insanların temas edebileceği bir yerde konumlanması.


Muzaffer Tuncer: Kamusal alanda ya da özel koleksiyonda konumlanmaların ardından, ekonomik kaygılardan tamamen çıktıktan sonra heykellerimi bir dağın, uçurumun kenarına kendi kendime yerleştirmek isterim mesela. Heykellerim için en ötedeki düşüncem bu. Orada o heykelin konumlandığını bilenler görmeye gitsin ya da insanlar tesadüfi denk gelsin. Belki denk gelen kişi orada o işi görmekten hoşlanmayacak, kötü şans olarak tanımlayacak. Heykellerim bazen insanlara ürkütücü gelebiliyor ama bu yolla da temas kurmak da hoşuma gidiyor.




BASILI EDİSYONLARI KEŞFEDİN

bottom of page