top of page

Ece Özalp | Moda Tasarımcısı

Onur Çoban

Fotoğraf: Mark Tantrum

İstanbul merkezli tasarımcı Ece Özalp, kendi adını taşıyan markasında, doğayı merkezine alarak mümkün geleceğin dünyalarını şekillendiriyor. Tasarımları, doğanın özünden ilham alarak evrensel oluşumları ve döngüleri yansıtan dönel simetrik formlar içeriyor. Retro-fütüristik bir tarzla, spor giyimini cesur tasarımlar ve yüksek performanslı kumaşlarla harmanlayan Ece, alışılmadık malzemelerle de yenilikçi bir dil oluşturuyor. Kontrastı ve negatif alanları ustaca kullanarak tasarımlarını dengeliyor. Ece ile bu yaratıcı yolculuğunda nasıl bir dünyayı şekillendirdiğini ve World of WearableArt’ta Uluslararası Tasarım Ödülü’nü kazanan giyilebilir sanat eseri Ethereal Shift hakkında sohbet ettik.

Röportaj: Onur Çoban


Ece Özalp kimdir? Kısaca kendinden bahsedebilir misin?


1983 yılında İstanbul'da doğdum ve büyüdüm. Çocukluk yıllarım, Barbie bebeklerime kıyafetler dikerek, evler ve mobilyalar inşa ederek geçti. Ellerimle bir şeyler yaratmak her zaman en büyük keyif kaynağım oldu. Genç yaşta geleceğiyle ilgili karar vermesi gereken birçok kişi gibi, ben de o dönemde genel geçer bir bölüm seçtiğimi düşünerek Bilgi Üniversitesi'nde Uluslararası Finans eğitimi aldım. Ancak, daha okulun ilk günü bu alanda mutlu olamayacağımı anladım. Bu seçimim, hayatım boyunca severek yapacağım bir meslek arayışının başlangıcıydı ve kısa sürede fark ettim ki benim için bu meslek yaratıcı olmayan bir alan olmamalıydı.


Mezuniyetimin ardından hayallerimin peşinden gitmeye karar verdim ve İstanbul’da LaSalle College International’da Moda Tasarımı eğitimi aldım. Daha sonra İstanbul Moda Akademisi’nde Moda Tasarım ve Yönetimi programını tamamlayarak, 2015 yılında ilk koleksiyonum olan Perception’ı hazırladım. Bu koleksiyonumla Maastricht’te düzenlenen Fashionclash Festivali’ne katıldım ve bu festival kariyerimde bir dönüm noktası oldu. Orada, Rotterdam’dan ilk defile teklifimi aldım. Her sunduğum iş bir sonraki etkinliğin kapısını araladı diyebilirim. Ardından New York Moda Haftası, Viyana Moda Haftası gibi uluslararası etkinliklerde koleksiyonlarımı sunma şansı buldum.


Moda dünyasında, markaların ticari olarak takip ettiği belli başlı yöntemler var; ancak bu yollar genellikle yüksek maliyetli ve büyük ekipler gerektiriyor. Ben ise tek başıma kendime alternatif bir yol çizdim. İçime sinen işler üretmeye odaklanarak, dünyanın farklı ülkelerinde yaratıcılığın hakkının verildiği etkinliklere katılmaya başladım. Her etkinlik bir sonrakinin kapısını açtı ve bu sayede kendi özgün çizgimde ilerleme fırsatı yakaladım.


Ayrıca, Weareable FashionTech Festival Paris, Galeries Lafayette Marseille, De Bijenkorf Maastricht, CES Las Vegas ve Identity Dress Slovenya Ulusal Müzesi gibi önemli sergilerde daha sanatsal eserlerimi sergileme fırsatı buldum. 2017 yılında OpenMyMed Prize (Maison Mode Méditerranée), 2019’da BIGSEE Fashion Design Award (Fashion Forward kategorisi) ve 2024’te World of WearableArt Uluslararası Tasarım Ödülü (UK & Europe) gibi prestijli ödüllere layık görüldüm.


Tasarım felsefeni nasıl tanımlarsın?


Tasarım benim için yalnızca bir ürün yaratmak değil, aynı zamanda duygularımı, düşüncelerimi ve hayal gücümü dışa vurmanın bir yolu. Bu doğrultuda modayı bir sanat dalı olarak ele alıyorum. Birbirinin aynı, her yerde karşımıza çıkabilecek ürünler tasarlamayı kendim için anlamsız buluyorum. Moda dünyasında, çoğunluğu oluşturan “kopyala-yapıştır” anlayışının bir parçası olmayı tercih etmiyorum. Trendler benim için belirleyici değil. Tasarımlarımı zamansız kılmak, belirli bir döneme aitmiş gibi hissettirmeyen eserler ortaya koymak benim için çok değerli.


Ethereal Shift


Tasarım sürecim genellikle zihnimde hayali bir dünya yaratmakla başlıyor. O dünyayı giydiriyorum diyebilirim. Bu süreç sonunda genellikle futuristik eserler ortaya çıkıyor. Retro-futurism, üzerinde en çok çalıştığım ve yakınlık duyduğum konseptlerden biri. Hayal kurmak ve bu hayalleri somut bir forma dönüştürmek beni besleyen en önemli şeylerden biri. Bu süreç, hayali dünyamın ve içimdeki duyguların bir dışavurumu gibi hissettiriyor; kendimi ifade etmenin bir yolu oluyor. Alışılagelmedik malzemeler ve tekniklerle çalışmayı seviyorum. Zıtlıkların bir araya gelmesinden büyük keyif alıyorum. Farklı malzemeler ya da zıt fikirleri bir araya getirip neler ortaya çıkabileceğini keşfetmek benim için ayrı bir heyecan.


Bize biraz son çalışmalarından olan ve World of WearableArt’ta Uluslararası Tasarım Ödülünü kazanan giyilebilir sanat eserin Ethereal Shift’ten bahsedebilir misin?


WOW, benim uzun yıllardır hayranlıkla takip ettiğim ve bir gün katılmayı hayal ettiğim bir etkinlikti. Açıkçası, ödül alabileceğimi hiç düşünmüyordum; benim için finalist olabilmek bile başlı başına büyük bir hedefti. Dünya çapında, en iyi kostüm tasarımcılarının ve giyilebilir sanat eserlerinin bir araya geldiği bu yarışmada finalist olmak ve eserimin 2 saatlik inanılmaz bir tiyatral performansın bir parçası olarak sahnelenmesi, benim için yeterince büyük bir onurdu.


Ancak “From Turkey” diye anons edildiğimde, o an adeta gerçeküstü bir deneyim yaşadım. Kulaklarım uğuldamaya başladı ve kendi kendime “Sadece ayağa kalk ve sahneye yürü” dedim. 37 yıldır düzenlenen bu etkinlikte finalist olan ve ödül kazanan ilk Türk olmanın gururunu hissetmek inanılmaz bir duyguydu. Hala bunun gerçekliğini tam kavrayabilmiş değilim; sanki çok güzel bir rüya görmüşüm gibi geliyor.


Fotoğraf: Mark Tantrum


WOW, sanat, moda, tiyatro, müzik ve performansı bir araya getiren, dünya çapında ünlü bir giyilebilir sanat deneyimi. 1987 yılında kurulan bu yarışma, sanatı bedenle buluşturmayı ve yaratıcı ifadeyi sahnede kutlamayı amaçlıyor. Yarışmanın kurucusu Dame Suzie Moncrieff’in de dediği gibi: “Sanatı duvarlardan indirip bedeni sanatla donatmak; yaratıcı ifadeyi sahnede kutlamak ve herkesi ilhamla doldurmak.”


 

"Ethereal Shift eserim, koza içindeki eterik bir varlığı temsil ederek umut, birlik ve dönüşüm gibi temaları işliyor. Bu tasarım, geleneksel Türk yorgan işçiliğinden esinlenerek ve modern teknikleri bir araya getirerek hem geçmişi hem de geleceği birleştiren bir yapıya sahip. Kozanın dönüşüm yolculuğunu onurlandıran bu eser, doğanın yeniden doğuşunu ve metamorfozunu giyilebilir bir sanat formuna taşıyor."


 

Bu süreç, benim kişisel dönüşüm ve yenilenme sürecimin de bir yansıması oldu. Fütüristik silüeti ve el işçiliği detaylarıyla Ethereal Shift, geçmişten ve gelecekten ilham alarak tasarlanmış bir eser. Başlık kısmı, ince bir tel bükme tekniğiyle tamamen el yapımı olarak tasarlandı. Koza formundaki puffer elbise ise estetik ve işlevselliği bir araya getirerek, her ikisi de uzun bir deneme-yanılma süreci sonunda şekillendi.


Bu yolculuk, yaratıcı enerjimi yeniden keşfettiğim bir süreçti. Ethereal Shift, benim kabuğuma çekildiğim yılları ve ardından hayatımı ve üretim gücümü yeniden kazandığım dönüşüm yolculuğumu somutlaştırıyor. Bu eser, direncin, dönüşümün ve sanatsal keşfin bir simgesi olarak WOW sahnesinde kendine yer bulduğu için çok mutluyum.


Biraz çalışmalarındaki üretim sürecinden bahsedebilir misin? Analog veya dijital tekniklerden hangisine daha yakınsın?


Üretim sürecimde genellikle analog ve dijital teknikleri bir arada kullanıyorum, ancak dijital tekniklere daha yatkın olduğumu söyleyebilirim. Desenlerimi mutlaka dijital ortamda hazırlıyorum. Kalıplarımı ise drapaj yöntemiyle analog olarak oluşturup dijitale aktarıyor ve desen yerleştirme işlemini dijitalde tamamlıyorum.


Incarnations of Inanna, Ece Özalp x Meltem Şahin


Tasarımın düşünsel sürecinden, kalıp çıkarma ve desen tasarlamaya, dikiş aşamasına kadar her şeyi tek başıma yapıyorum. Bu süreçte her bir detay, işin bütünlüğünü etkiliyor. Örneğin, bir kalıpta yapılan 5 cm’lik bir değişim tasarımın tamamen farklı bir görünüme kavuşmasını sağlayabilir. Ya da kullanılan dikiş tekniği, ortaya bambaşka bir sonuç çıkarabilir. Kafamdaki görüntüyü yakalayabilmek için sürekli denemeler yapıyorum. Tasarım süreci, benim için en küçük adımlarda bile sürekli kararlar alma ve uygulama yapma döngüsünden oluşuyor.


Tamamen deneysel bir yaklaşımı benimsiyorum. Her yeni tasarımda çok fazla şey öğreniyorum, çünkü zihnimdeki görüntüyü ortaya çıkarabilmek için daha önce hiç karşılaşmadığım sorunları çözmem gerekiyor. Bu süreç bazen zor ya da zaman alıcı olsa da, bir çözüm yolu varsa o yolu bulmak için elimden geleni yapıyorum. Gerektiğinde yeni bir program öğrenmekten veya hiç bilmediğim bir teknik geliştirmekten çekinmiyorum.

Mesela Ethereal Shift eserimi hazırlarken başlık (headpiece) kısmını nasıl yapacağımı bulabilmek için sayısız deneme yaptım. Sonunda bir çözüme karar verdiğimde, uygulama süreci beni alışık olmadığım bir deneyime soktu. Başlığı, 3 ay boyunca gece gündüz el dikişiyle bir araya getirdim. Alüminyum tel kullandığım için ve tercih ettiğim transparan malzeme çok sert olduğu için yorgan iğnesiyle sürekli mücadele etmek zorunda kaldım. Bu aşamada sıklıkla “Acaba bu teknik gerçekten yapılabilir mi, yoksa imkansız bir şey için mi uğraşıyorum?” diye düşündüğüm anlar oldu.


Üretim süreci benim için adeta bir duygusal roller coaster. Gerçek roller coasterları sevdiğim gibi, bu iniş çıkışları da seviyorum! Bir an “Bunu asla bitiremeyeceğim” hissine kapılırken, bir sonraki an “Sanırım oluyor” diyerek motivasyonumu geri kazanıyorum. Sürecin en zorlu ve karmaşık anlarında bile yaptığım işe hakkını vermek benim için bir zorunluluk. Asla kimsenin fark edemeyeceği küçücük bir detay için günlerce, hatta haftalarca çalışabiliyorum.


Tasarım, aslında başlı başına bir problem çözme süreci. Zihnimdeki görüntüyü ortaya çıkarabilmek için doğru kararlar almam gerekiyor. Üretim bittiğinde, ben de ortaya çıkan eseri ilk defa görüyor oluyorum. Bir hayalden yola çıkıyor, süreç boyunca aldığım kararlarla şekillenen ve sonunda tamamlanan bir ürün ortaya koyuyorum. Bu bütünlük, bende farklı duygular uyandırıyor. Çünkü aslında ben de son hamleyi yapıp bitirdiğimde tam olarak ortaya ne çıkacağını bilmiyorum. İşte bu, sürecin en güzel yanı. O zorlu anlar, sonunda bana bu duyguyu yaşatmak için varmış gibi geliyor ve neden bu işi yapmaya devam ettiğimi hatırlıyorum. Sürecin acılı kısımları o an anlam buluyor. Her ne kadar genellikle yalnız çalışsam da, diğer sanatçılarla iş birliği yapmayı da çok seviyorum. Tasarımın yalnız doğasını kırmak ve bir başkasıyla ortak bir hayal yaratmak, üretim sürecimi zenginleştiriyor.


Örneğin, yakın arkadaşım ve yetenekli sanatçı Meltem Şahin ile Incarnations of Inanna koleksiyonunu hazırladık. Onun ve benim güçlü yanlarımızın birleştiği bu yaratım süreci, hem zevkli hem de öğretici bir deneyimdi. Ayrıca, yarattığımız bu koleksiyonu New York Moda Haftası’nda birlikte sunma fırsatı bulduk. 2016 yılında ise Bi’şeyler yeni medya ajansındaki çok değerli sanatçı arkadaşlarımla What is Real projeksiyon yansıtma projesini gerçekleştirdik. Bu projeyle Vice Creator Projects gibi platformlarda yer aldık ve Weareable FashionTech Festival Paris’in açılış seremonisine davet edildik. Ayrıca eserimizi festival boyunca sergileme fırsatımız oldu. 2020 yılında, Lalin Akalan’ın kurucusu olduğu Xtopia Immersive ile işbirliği yaparak Sonar İstanbul kapsamında sergilenen Live Choir AV adlı görsel-işitsel performansın kostümlerini tasarladım. Geleneksel koro performansını teknolojinin desteğiyle bir üst seviyeye taşıyan bu projede, farklı disiplinlerden gelen sanatçılarla çalışmak benim için oldukça ilham verici bir deneyimdi.


İş birliklerinin yanı sıra, birlikte çalıştığım insanların kim olduğuna da çok önem veriyorum. Dikişçisinden kumaşçısına, iş birliği yaptığım insanların ahlaki değerleri ve çalışma ahlakı benim için çok önemli. Dürüstlük, etik değerlere sahip olmak ve iyi bir insan olmak hem iş hem de özel hayatımda vazgeçilmez kriterlerim.


The Seed of Life


Çalışmalarının arkasındaki ilham kaynaklarından biraz bahsedebilir misin? Bu alanda ya da farklı disiplinlerde merakla takip ettiğin isimler kimler?


Evrenin işleyişine dair merakım, tasarımlarımın en büyük itici gücü. Bilim ve felsefe, üzerinde sıkça düşündüğüm ve üretim süreçlerimde beni derinden etkileyen iki temel kaynak. Doğadan ilham almak ise vazgeçilmezim. Doğanın hem karmaşıklığı hem de uyumu, beni her defasında büyülüyor ve yaratım sürecimde yeni bakış açıları geliştirmemi sağlıyor.


Tasarımlarımda futuristik bir yaklaşımı seviyorum. Konuları farklı perspektiflerden ele almak, bu perspektiflerin doğurduğu yeni fikirleri ve soruları keşfetmek benim için çok değerli. Bu süreç, zıtlıkları bir araya getirerek yeni bir bütün oluşturmak gibi hissettiriyor. Özellikle, varoluşsal sancılarım ve dalgalı psikolojim bu süreçte benimle birlikte hareket ediyor. Bu içsel dalgalanmalar, zıtlıkların uyumundan güç alarak tasarımlarıma yansıyor.


İlham aldığım isimlere gelince; Iris van Herpen’in her işine hayranlık duyuyorum. Onun estetik dili, tekniği ve yenilikçi yaklaşımı beni büyülüyor. Tek bir tasarımında bile inanılmaz bir derinlik ve detay var. Bunun yanında, yeni keşfetmeye başladığım isimlerden biri olan Kunihiko Morinaga, deneysel yaklaşımıyla dikkatimi çekiyor. Moda ve teknoloji arasındaki sınırları zorlayışı, geleneksel yaklaşımları sorgulayışı oldukça ilham verici. Disiplinlerarası ilham kaynaklarım arasında sanat, mimari ve müzik de yer alıyor. Özellikle soyut sanatçılar ve doğadan ilham alan mimarlar, çalışmalarımı derinden etkiliyor. Müzik ise tasarım sürecimde hem odaklanmamı sağlıyor hem de enerjimi ve ritmimi belirleyebiliyor.


Sonuç olarak, ilham kaynaklarım doğa, bilim, felsefe ve farklı disiplinlerden gelen uyaranların birleşimi. Her biri, tasarımlarımı şekillendiren ve beni yaratmaya iten unsurların bir parçası. Bunun yanında, birlikte üretim yaptığım sanatçılarla gerçekleştirdiğim işbirlikleri de farklı bakış açıları ve yeni fikirler keşfetmeme olanak tanıyor


Perception


Gelecek için heyecanlı mısın? Planlarında neler var?


Gelecek için heyecanlıyım, ama bu heyecan zaman zaman belirsizliklerle iç içe. Bu belirsizlikleri nasıl ele aldığım ise o anki ruh halime bağlı olarak değişiyor. Şu anda, World of WearableArt yarışması sonrası durup nefes aldığım bir dönemdeyim. 6 ay süren yoğun fiziksel ve zihinsel bir yolculuğun ardından kendime biraz zaman ayırıyorum. Ama bu molanın sonuna yaklaştığımı hissediyorum; yavaş yavaş “Sırada ne var?” sancısına giriyorum. Aslında, her üretimim öncesi ve sonrası bu molalarda aynı hisleri yaşıyorum; bu döngü, yaratıcılık sürecimin bir parçası haline geldi. Bazen bu süreç biraz korkutucu olsa da, aslında yeni şeyler yaratmak için gereken boşluğu sağladığını biliyorum.


Giyilebilir sanat, bana deneysel yönümü keşfetme ve sınırsız bir yaratıcılık alanında üretme fırsatı sunduğu için bu alanda çalışmaya devam etmeyi planlıyorum. Bunun yanında, insanların günlük hayatlarında kullanabilecekleri tasarımlar üzerine çalışmaya ve bu tür koleksiyonlar üretmeye de devam etmek istiyorum.


Giyinmek benim için bir ifade biçimi ve tasarımlarımla insanların kendi ifade biçimlerine dokunabilme, onların hayatlarına bu yönde bir araç sunabilme fikri beni heyecanlandırıyor ve motive ediyor. Üretimlerimde hislerim her zaman bir rehber oluyor; hem hayatımı hem de tasarımlarımı yönlendiren temel unsur, içsel duygularım. Gelecek, yaratıcı bir keşif yolculuğu gibi geliyor bana. Hangi alan olursa olsun, bu süreçte kendimi dinleyerek hislerimin ve merakımın peşinden gitmeye devam edeceğim.



BASILI EDİSYONLARI KEŞFEDİN

bottom of page