top of page

DİYALOG: Meltem Şahin | İllüstratör & Animasyon Sanatçısı


Kafası Yanık Cadılar

"Armpit Lover" animasyonuyla American Illustration 2020'ye seçilen illüstratör ve animasyon sanatçısı Meltem Şahin ile tasarım dünyası ve çalışmaları hakkında sohbet ettik.


Meltem Şahin kimdir?

Marmarisli sanatçı ve tasarımcıyım. Bazen de kendimi illüstratör ve animatör olarak tanımlıyorum. Çok farklı alanlarda çalıştığım için kendimi nasıl tanımladığım da değişken sanırım. Bilkent Üniversitesi Grafik Tasarım bölümünden fakülte birinciliğiyle mezun olduktan sonra, Fulbright bursuyla gittiğim Maryland Institute College of Art (MICA)’da illüstrasyon üzerine master yaptım. 2013 yılında, işlerim Bologna Çocuk Kitapları Fuarı’nın yıllığına seçildi. 2016 yılında resimlediğim kitabım, P is for Pussy, Huffington Post ve BuzzFeed başta olmak üzere birçok yabancı basında yer aldı.
2016’da animasyon ve dijital üretilmiş retro oyuncaklardan oluşan, aynı zamanda master tez sergim olan, Türkiye’deki ilk kişisel sergim "Negative Pleasure”ı İstanbul'da açtım. 2017 yılında, 22 sanatçıdan oluşan PMS adlı Türkiye’nin ilk artırılmış gerçeklik sergisinin küratörlüğünü yaptım. Animasyonlarım 6 farklı ülkede gösterildi. Instagram’da kullanılan sticker’larım 160 milyondan fazla görüntülendi. Haziran ayında giflerim, animasyonlarım ve AI ile ürettiğim videom 4 farklı sanal sergide ve Wrong Biennale kapsamında Tokyo’da sergilendi. Geçtiğimiz ocak ayında Mixer’de sergilenen “armpit lover” adlı animasyonum American Illustration 2020’ye seçildi.

Çizime olan merakın nasıl başladı? Çocukluk hayalin miydi yoksa sonradan yöneldiğin bir alan mı?

Küçük yaşlardan itibaren çizimle, heykelle, kısacası yaratmakla ilgileniyorum. Lisedeyken ressam olmak istiyordum, ama ailem beni grafik tasarıma yönlendirdi. Tasarım eğitim de aldığım seçmeli derslerle beni illüstrasyona taşıdı. Oradan da aslında tekrar resime yaklaştım, hem de bu sefer tipografi ve kompozisyon bilgilerimle.

Collective Headsciousness In Red

Bilkent'teki eğitiminin ardından Fullbright Bursu ile Amerika'ya gittin ve yüksek lisans eğitimini orada tamamladın. Bu süreçten biraz bahsedebilir misin?

2013 yılında, işlerim dünyanın en büyük çocuk kitapları fuarlarından, Bologna Çocuk Kitapları Fuarı’nın yıllığına seçildi. Yıllığa seçilmem ile birlikte, Can Yayınları için çocuk kitapları resimlemeye başladım. Daha sonrasında, Fulbright bursuyla gittiğim Maryland Institute MICA’da illüstrasyon üzerine master yaptım. Master’a giderken tek hayalim çok iyi bir çocuk kitabı illüstratörü olmaktı. Orada okuduğum bölümün tam adı “Illustration Practice.” Master’da illüstrasyonun sadece iki boyutta varolmadığını, giflerin, kinetik heykellerin, oyuncakların da bu pratiğin içerisinde kaldığını öğrendim ve illüstrasyonumu bu farklı pratiklere taşıma kararı aldım. 2015 yılında ise, bu yeni yönelimimle birlikte, robotik ve Arduino ile ilgili olan araştırmalarımdan dolayı MICA’nin master öğrencileri için olan Araştırma ve Geliştirme bağışını aldım.
Bir yandan da ordayken Amerikalı yazar, küratör Elissa Blount Moorhead ile çalışma fırsatı edindim. Elissa’nin yazdığı ve benim resimlediğim, P is for Pussy, Huffington Post, Bitch Media, DesignTAXI ve BuzzFeed başta olmak üzere birçok yabancı basında yer aldı. Master’da “Flow” adlı animasyonum, MICA Animasyon Festivali’nde 2D animasyonda birincilik ödülü alıp ve Estonya, Amerika, Yunanistan, İtalya ve Türkiye’de gösterildi.

 

Belirli bir ırk, sosyal statüye dahil olmayan,

insancıl, güzelliğin niteleyici özelliklerinden uzak, seks-pozitif tutum içerisindeki figürler oluşturmaya çalışıyorum.


 

Breaking the Gaze

Kendine özgü çok belirgin görsel bir dile sahipsin. Bu görsel dilin ortaya çıkış süreci nasıldı?

Türkiye’de yetişen bir sanatçı olarak, kusurlu ve geçici olan güzelliği anan Doğu kültürü ile birlikte Batı kültürünün idealize edilmiş güzelliğini gözlemleme fırsatı edindim. Çocukluğumdan beri doğu kültürüyle, evrenin tuhaflığı, ayrıntılarının güzelliği ve geçen zamanının melankolisi ile ilgilendim. İmgelerimle, bireyleri kendi varoluşlarından yabancılaştıran gerçek hayatın varsayımlarını taklit eden bir model yaratmaya çalışmak yerine, belirli bir ırk, sosyal statüye dahil olmayan insancıl, güzelliğin niteleyici özelliklerinden uzak, seks-pozitif tutum içerisindeki figürler oluşturmaya çalışıyorum.

Post-Symbolic Communications


Böylesi belirgin bir görsel dile sahip olmanın avantajları ve/veya dezavantajları neler?

Lisedeyken gittiğim bir çizim kursundaki öğretmenim, beni tarzımın olmayışıyla ilgili suçlayıp, kendime başka bir meslek seçmemi önermişti. O zamanlar bu beni çok zedelemişti. Ve bundan çıkardığım sonuç çok genç olmam, ve aslında bu yaşlarda belli oturmuş bir tarzımın olmayışının aslında ne kadar önemli olduğuydu. Çünkü benim için önemli olan sanatçı olarak bir arayış içinde olmamdı.
Şu an belirgin bir görsel dile sahip olduğuma katılıyorum, ama buna da arkamı yaslamak sanatçı olarak beni kısıtlayacağı için de beni ürkütüyor açıkçası. Mesela arada çok daha soyut işler veya mekansal işler üretmek istiyorum. O belirgin figüratif görsel dilimin zaten çok farklı tekniklerle çalışan biri olarak beni ve sanatımı bir arada tutan yegane şey olduğunu sorgulamam, bazen aklıma gelen tarzım dışındaki bazı fikirleri geliştirmeme engel oluyor.

 

Tasarım tarzımı üç kelimeyle ifade etmem gerekse; kusurlu, naif, seks-pozitif olurdu.

 




Tasarım sürecinde analog ve dijital tekniklerin hangisine daha yakınsın?

Farklı tekniklerde iş yapmak, bunları yapabilmek için bir şeyler öğrenmek, tekniğin doğasından doğan kısıtlamalar ve özgürlükler bana büyük keyif veriyor. Sonrasında da dolayısıyla spesifik bir türden ziyade, farklı türler arasında gezinebilmenin beni ve işlerimi beslediğini düşünüyorum. Her bir medya bana yeni bir kanal açıyor, ve bu açtığı kanal bir öncekini yok etmiyor. Aksine her bir kanal öncekilerine bağlanıyor. Herhangi bir teknik bana diğerinden daha yakın gelmiyor. Anlatmak istediğim konuya, yaşatmak istediğim deneyime göre tekniğimi, materyalimi seçiyorum. Aldığım keyif ise bu yarattığım deneyimin, içerik, materyal ve yorumumla ne kadar bütün oluşuyla artıyor.

 

Son zamanlarda beni en çok Instagram için yarattığım filtreler heyecanlandırıyor. Bu filtrelerin beni en çok etkileyen yanı ise performatif tarafları oldu. Filtreler onları kullanan insanlar tarafından yaşıyor, onlarsız bir hiç gibiler. Kısa süreliler ve her defasında yeni bir kullanıcıyla beraber yeniden doğuyorlar.


 


Tasarımın ve sanatın birçok alanında aktifsin. Bu farklı disiplinler içinde seni en çok heyecanlandıran hangisi?

Son zamanlarda beni en çok instagram için yarattığım filtreler heyecanlandırıyor. Zaten yaklaşık 5 yıldır artırılmış gerçeklik ile projeler üretiyorum. Filtreler de artırılmış gerçeklik teknolojisini kullanıyor. İlk Instagram filtremi oluştururken ne kadar heyecanlı olduğumu hatırlıyorum. Bu filtreler gitgide beni filozofik bir düzeyde de etkilemeye başladı. Fransız filozof Maurice Merleau-Ponty bir ressamın vücudunu bu dünyaya ödünç vererek dünyayı resimlere çevirdiğini söyler. Bu fikir bir sanatçı olarak beni hep etkilemiştir. Bu fikri filtre bağlamında düşündüğümde filtrelerin sanatçılar dışında kullanıcılar için de, onları sanata dönüştürme ihtimali olan bir imkan olduğunu fark ettim.
Instagram filtreleri kullanıcıya yeni bir makyaj, kostüm, fiziksel özellikler neredeyse yeni bir kimlik veriyor. Sanki içinden seçebildiğiniz yeni kişilikler sunuyor. Bu filtrelerin beni en çok etkileyen yanı ise performatif tarafları oldu. Filtreler onları kullanan insanlar tarafından yaşıyor, onlarsız bir hiç gibiler. Kullanıcının ruh haline, kullanımına ve hareketlerine bağlı olarak sert bir şekilde değişiyorlar. Kısa süreliler ve her defasında yeni bir kullanıcıyla beraber yeniden doğuyorlar.
Bu hafta tasarım bienalinin açılışında yer alacak iki filtrem var. Bu filtreleri, Tasarım Bienali için İKSV ve Digilogue ile birlikte, bienalin direktörü, küratörü, tasarımcısı ve Digilogue’un artistik direktörünün de desteğiyle bu senenin teması “empati” etrafında ürettik. Filtreleri çarşambadan itibaren Tasarım Bienali’nin ve Digilogue’un Instagram sayfasında deneyimleyebilirsiniz.


Amerika'da yaşamış ve tasarım eğitimi almış birisi olarak İstanbul'a döndüğünde nasıl hissettin? Tasarımcılar için fırsatlara açık bir şehir mi yoksa Amerika'ya kıyasla daha az imkan olduğunu mu düşünüyorsun?

Bu soruyu birkaç farklı açıdan cevaplamak istiyorum.
2016 yılında, 22 kadın sanatçıdan oluşan premenstrüel sendromu konu alan PMS adlı artırılmış gerçeklik sergisinin küratörlüğünü yaptım. PMS kadınlara karşı şiddet, tecavüz gibi konulardan insanlığımızın arka plana itildiği bu dünyada, kadınlığımızın sahiplenildiği, genelde kadınlarla ilişkilendirilen duygu değişimlerinin hatta histerikliğin kucaklandığı bir alanın gereksinimden ortaya çıktı. Serginin konusu pms ise özellikle Amerika’dan döndükten sonra, orada toplumsal cinsiyet meselelerinde bir aydınlanma yaşamamla birlikte içimde bir huzursuzluk, ihtiyaç olarak doğdu. Yani tasarımcı olarak benim okuduğum, öğrendiğim inandığım değerlerin şekillenmesini sağladı Amerika.
Amerika’daki eğitimim sırasında bitirme tezi sergimdeki kinetik oyuncakların üretimlerinin tamamını, onların devrelerini, kodlarını, sergi alanın boyanması gibi, sergiye dair her şeyi kendi ellerimle yaptım. Böyle olunca aslında inanılmaz geliştim ve bir sürü şey öğrendim. Aynı şeyleri Türkiye’de olsa kendi alanında uzman farklı farklı ustalara, çok da ucuza yaptırabilirdim, ama öğrenimim çok daha az olurdu tabi.
Burada en büyük sıkıntılarımızdan biri sanatçıları destekleyen fonların, hibelerin, destek programlarının, sanat rezidanslarının yetersizliği. Aklındaki hayalindeki işleri üretebilmek için aslında Amerika’ya göre üretim çok daha ucuz da olsa, sanatçı veya tasarımcı çoğu zaman her şeyi cebinden ödemek zorunda kalıyor. Öyle olunca da büyük oynayamıyor, risk almaktan korkuyor. Bir de Türkiye’de bir şekilde ortalamanın biraz üstünde bir iş yaptığında Amerika’ya göre çok daha fazla tepki çekip, parlayabiliyorsun. Öyle olunca da yine kendini zorlayıp bir adım ileri taşıyamıyorsun, seni ilerleten, ittiren gücü çok daha zor buluyorsun.

Meltem Şahin

Stüdyonda çalışırken olmazsa olmazların neler?

Kendime ait bir stüdyom yok aslında. Marttan beri İstanbul’dan arkadaşlarımla Marmaris’in Söğüt köyüne taşındık, 6 kişi aynı yerde kalıyoruz. Ortak alan benim stüdyom ve stüdyomun olmazsa olmazları etrafımı saran güzel insanlar.

Aynı zamanda kurucu ortaklarından olduğun mindhood App var, biraz onun hakkında bilgi verebilir misin?

mindhood’u iki sene önce Buğra Çelik ve Erdinç Akkaya ile birlikte kurduk. mindhood, yeni başlayanlar için bir yetenek geliştirme platformudur. mindhood’un kurucuları olarak, kolektif zekanın karşılaştığımız zorlukların üstesinden gelmenin anahtarı olacağına inanıyoruz. Dolayısıyla, uğraştığımız soru, kuruluşların kültürlerinde büyüme zihniyetini mümkün kılan ve insan potansiyelini ortaya çıkaran ilişkilerde güveni artıran rutinler oluşturmalarına nasıl yardımcı olabileceğimizdir.
Çevremizde organizasyonel başarısızlıklar yaşıyoruz ve insanın yaratıcılığını ezen ve toksik ilişkilere neden olan organizasyon kültürünü düzeltmemiz gerekiyor. Bu hedeflerle yola çıktığımız mindhood yolculuğu bana 2 senede bir çok şey öğretti, ve son 4 aydır artık yavaş yavaş ordaki iş yükümü azaltıp kendi sanatıma yeniden ağırlık veriyorum.


İlham tazelemek için neler yaparsın?

Bazen bir şeyi üst üste denemek, zihnimin yorulmasına neden olup rahatlamamı sağlayıp, saçmalamama izin veriyor. Bu durum güzel hatalar yapmama sebep oluyor ve özgürleşiyorum. Bir şekilde “aklımdan” uzaklaşıyorum, öğrenilmişliklerimden, limitasyonlarımdan kurtuluyorum. Bazen de bu kendimi sıkıştırma halim hiçbir işime yaramayıp, bu yaratım akışının tıkanması aksine beni strese sokup bloke ediyor. O zaman da ara veriyorum, yemek yapıyorum, yürüyüşlere çıkıyorum.
İlham tazelemek için neler yaparsın?

Gelecek planlarında neler var?

4 ay önce karantina ve tecrit ile ilgili korkularımı hafifletmek amacıyla #myquarantinefriend isminde bir projeye başladım. Bu aktivitenin yavaş temposu ve sakinleştirici doğasını göz önünde bulundurarak boncuk dikerek karantina arkadaşımı oluşturmaya başladım. Tamamlandığında gerçek insan boyutunda bir arkadaşım olacak. Karantina arkadaşımla arkadaşlığım yaratım sürecinde başladı ve sonrasında da devam edecek. Son aylarda arkadaşımı son zamanlarda katıldığım tüm sergiler nedeniyle ihmal ettim, ve #myquarantinefriend’i en geç Eylül sonuna kadar bitirmeyi umuyorum.
Şu aralar ayrıca Londra bazlı online dergi “STAY SOFT” için işler üretiyorum.“STAY SOFT” kadın bedeni tarafından deneyimlenen sınırlama, büyüme, yumuşaklık ve sertlik kavramları üzerine görsel meditasyon olmayı hedefleyen bir oluşum.
Bir de son zamanlarda yapay zeka ile işler üretmeye başladım. Yapay zeka teknolojisi ile ürettiğim ilk iş haziran ayında Mixer Galeri’de sergilenen işim “sketches with+for+from ai.” Bu işle, sanatçı olarak tarzımı, işlerimin makine öğrenimi ile simbiyotik ilişkisini, yeni dünya düzenini ve bu düzendeki konumumu anlamaya çalıştım. Ve beni çok besledi. Yapay zeka ile daha fazla çalışmak için sabırsızlanıyorum açıkçası.

AR Deneyimi - O Halde

Comments


BASILI EDİSYONLARI KEŞFEDİN

bottom of page