top of page
Onur Çoban

Işıl Kapu | Heykeltıraş


Primitif İzlerin Işığında

Günlük yaşamdaki deneyimlerinden yola çıkarak oluşturduğu görsel imgeleri kütle ve çizgi, boşluk ve doluluk, parça ve bütün ilişkileri gibi karşıt biçimsel öğeleri araştırarak kurgulayan sanatçı Işıl Kapu ile çalışmaları ve üretim pratiği üzerine sohbet ettik.


Işıl Kapu kimdir? Kısaca kendinden bahsedebilir misin?

1984 doğumluyum, İstanbul’da yaşıyorum. Sanat eğitimim öncesinde İTÜ Gemi ve Deniz Bilimleri Mühendisliği Bölümü’nden mezun oldum ve mühendis olarak çalışırken çocukluğumdan beri ilgi duyduğum sanat alanında eğitim almaya karar verdim. 2019 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Heykel Bölümü’nü bitirdim ve burada yüksek lisansımı da tamamladım. Mühendislik eğitiminin bana üç boyutlu düşünme ve dijital modelleme konularında katkısı olduğunu söyleyebilirim. Yaklaşık 2 yıldır da kendi atölyemde çalışmalarıma devam ediyorum.

Çalışmalarında kültürel nesnelerin korunması ve kültürel bilginin aktarımı tema olarak belirgin bir şekilde öne çıkıyor. Bu konuya ilgi duyma sürecin nasıl başladı ve sanat pratiğini nasıl etkiledi?

Heykel bölümündeyken karşılaştığım “Balbal” ve “Taş baba” heykelleri, yalın ve güçlü yönleriyle oldukça ilgimi çekmişti, böylece onları yeniden yorumlamaya yöneldim. Öğrencilikte başlayan bu süreçte Brâncuși ve Henry Moore gibi bazı sanatçıların tavrından etkilendim. Onların primitif heykellerden esinlenerek gerçekleştirdikleri soyutlamalar ve o dönem Batı’nın dogmatik biçimsel özelliklerinin kırılması, kaidenin ortadan kalkması gibi süreçleri inceledim.

 

"Onlar sömürge topraklarından getirilen nesnelerden esinlenmişler; ben üzerinde yaşadığım topraklardaki buluntuları ele almaya başladım. Bunların kimisi zamanında başka ülkelere götürülmüş geri alınamayan parçalar. Böylece kültürel nesnenin korunması konusu ilgimi çekmeye başladı."

 
Araştırdıkça daha sonra özellikle Çatalhöyük’te çıkarılan buluntulara yöneldim. Konu böylelikle heykelin ilk kullanım alanlarını araştırma meselesine evrildi, böylece insanda sembolik ve temsili düşüncenin doğuşu, tarih öncesi heykeller ve kültürel nesnelerin korunması, kültürel bilginin aktarılması meseleleri ilgi alanım haline geldi.


Tarih öncesi figürinler ve arkeolojik nesneler gibi köklü geçmişe sahip nesneleri bugünün malzemeleriyle soyutlama yoluna gidiyorsun. Bu yaklaşım, geçmişin gücünü ve etkisini günümüzün diline nasıl çeviriyor? Bu yeniden şekillendirme sürecinde hangi malzemeleri kullanarak bu dengeyi sağlıyorsun?

Tarih öncesi heykel yorumlamalarıma öncelikle taş malzemeyle başlamıştım ancak taş malzeme, süreçte genellikle bana kendini dayatıyordu ve başta yaptığım maketten hep farklı sonuçlar elde ediyordum. “Primitif İzlerin Işığında” isimli sergimdeki seride ise her şeyi önceden planladım ve malzeme olarak da beton ve polyester kullandım. Polyester özellikle önceden planlamaya elverişli bir malzeme olarak çok iyi uyum sağladı. Polyesteri beton gibi ya da farklı bir malzeme gibi gösterebiliyorsunuz. Bir de özellikle bu sergide büyük boyutlu çalışmalarımda polyester kullanmam, istediğim etkileri yaratmamda yardımcı oldu. Aslında bugünün doğal olmayan malzemeleri ve dijital yöntemleri kullanarak bir yorum elde etme çabası oldu sergideki işler benim için. O dönemdeki eserler taş, kemik, ahşap ve kil malzemelerden yapılmış genelde. O dönemki yapı malzemeleri onlarsa ben de kendi dönemimin yapı malzemelerini tercih ettim, bu bana günümüzün hızlı ve daha belirsiz geçici atmosferine daha uygun gibi geldi.

Eskizden dijital modellemeye ardından dijital kolaj ve fiziksel heykele dönüşen oldukça hibrit bir üretim süreci izliyorsun. Analog ve dijital teknikleri bir arada kullandığın kendine özgü bu süreçten bahsedebilir misin?

Benim dijital modellemeye geçişim pandemi döneminde eve kapandığımız süreçte oldu. Dijital modellemelerim sırasında figürinleri, Guennol Yıldız Avcısı gibi heykelleri yeniden yorumlamaya başladım. Bunları biçimsel olarak yorumlarken soyutlamalar, bölüp yeniden birleştirmeler, eklemeler, çıkarmalar yapıyor ya da onların belli bölgelerine odaklanarak büyütüyorum. Böylece dijital araçlarla önümde bir özgürlük alanı açıldı ve kendimi daha iyi ifade etmeye başladım. Bize okulda kompozisyon öğretilirken kaçınılmalı denilen noktalar vardı, ben yeni ifade şekli ile bu kurallardan özgürleşebildim. Okulda simetriden, durağanlıktan, düz renkten genelde kaçınılır; ben heykel her açıdan okunmalıdır, etrafında dönülmelidir gibi öğretilerden sıyrılabildiğimi düşünüyorum. Heykelleri üretirken soyutlama, parçalama, yeniden düzenleme ardından bazılarını geometrik bir biçime oturtma gibi yollar izledim. Bu da insanla ilgili bir şey, çünkü doğada bu kadar net şekillerle karşılaşmazsınız bu insanın doğayı biçimlendirme çabasına bir gönderme oluyor.


Genel olarak temel odağım formu sadeleştirmek olarak ilerliyor. Heykelleri ya da detaylarını çizerek kademeli olarak soyutluyorum. Sonrasında bunları dijital olarak modelliyorum. Bu şekilde tasarladıklarımı yüzde yüz gerçekleştirme olanağım oluyor. Dijital modellemeden sonra aynı ortamda parçalama, ekleme, çıkartma, çoğaltma, düzeltme, belirli geometrik kalıplara yerleştirme işlemlerini yapıyorum. Daha sonra boyuta karar verip bunları ya kil ya da çamur kullanarak elde büyütüyorum veya büyütmede 3D baskı teknolojisi kullanıyorum. Sonrasında kalıplama, döküm, sıvama, boyama ve benzeri aşamalarla ilerliyorum. Heykelde yüzey, ışık yansımaları, form, özellikle ritmik formlar gibi unsurları kapatmadan, öldürmeden göstermek için tek renk kullanıyorum. Beyaz, siyah ve ara tonlarında gidip geliyorum. Nadir de olsa toprak renklerini de kullanıyorum.

İlham almak için neler yapıyorsun? Bu alanda ya da farklı disiplinlerden merakla takip ettiğin isimler kimler?

Uzaklaşır ve yolculuk yaparım, doğa gezileri yaparım, farklı bölgelerdeki çeşitli müze ve sergileri ziyaret ederim. Bunları direkt ilham almak için yapmıyorum aslında ama işlerimden uzaklaşmam gerekiyor bazen. Antik kent ve arkeoloji müzelerine bayılırım. Bunlar sırasında arka planda kendi üretimime dair beliren düşüncelerim olur, notlar alırım, onları kafamda sıraya dizip süreçlerini tekrar tekrar düşünüp çözümler üretirim. Ancak onları tasarlama sürecinde genelde işler farklı ilerler, sürprizler çıkar, farklı durumlar ve olasılıklar belirir. Zaten beni de en çok bunlar ilgilendiriyor. Aslında bana ilham, ürettikçe geliyor diyebilirim. Sürekli takip ettiğim sayısız sanatçı var. Bunlardan bazıları kendi alanımda takip ettiğim Martin Puryear, Thomas Houseago, Marion Verboom, Katherina Fitz, Ally Rosenberg ve Liu Wei. Mekâna özgü işler üreten Ayşe Erkmen, Steve Messam, Richard Serra, Micheal Heizer gibi sanatçılar dışında resimde Venedik’te gördüğümden beri çok etkilendiğim ve takip ettiğim bir sanatçı olan Adrian Ghenie ve Imi Knoebel var. Seramik sanatçılarından ise Gabriel Chaile, Kazuhito Kawai ve Mesut Öztürk’ü takip ediyorum.

Gelecek için heyecanlı mısın? Planlarında neler var?

Gelecek için tabii ki heyecanlıyım. Düşündüğüm, tasarladığım ve ürettiğim sürece heyecanlı ve umutluyum. Hani başka türlü yaşamayı denedim ama gerçekten bu benim için en iyisi. Hayalim yaşamım boyunca üretmeye devam etmek ve yakın gelecek için planlarımda da kamusal açık alanlarda mekâna özgü projeler gerçekleştirmek var. İstediğim şey kamusal alana bir heykel üretip açık alana yerleştirmekten öte bulunduğu mekâna uyumlu ya da uyumsuz ilişki kurarak oranın ruhunu ortaya çıkaran ve izleyiciyi de işe dahil eden mekâna özgü bir proje gerçekleştirmek.



BASILI EDİSYONLARI KEŞFEDİN

bottom of page