Mahremiyet, beden hafızası ve cinsellik gibi temaları keşfederken mimari ve beden politikası arasındaki bağlantı noktalarını ortaya çıkarmayı amaçlayan Macar heykeltıraş Bence Magyarlaki ile çalışmaları ve üretim pratiği üzerine sohbet ettik.
Bence Magyarlaki kimdir? Kısaca kendinizden bahsedebilir misiniz?
Şu anda Paris'te yaşayan Macar bir sanatçıyım. Central Saint Martins, Londra'da Güzel Sanatlar lisans programından 2017 yılında mezun oldum ve o zamandan beri Fransa'ya yerleşmeden önce çok seyahat ediyorum. Heykel, enstalasyon ve ses alanlarında çalışıyorum ve sanatsal pratiğim, mahremiyet, beden hafızası ve cinsellik gibi temaları keşfederken mimari ve beden politikası arasındaki bağlantı noktalarını ortaya çıkarmayı amaçlıyor.
Mimari ve beden dilini birleştirdiğiniz sezgisel sürecinizde üretim pratiğinizden bahsedebilir misiniz? Beden hafızasını üretim alanı olarak nasıl kullanıyorsunuz?
Bir heykele başladığımda mutlaka tüm gövdesine dair bir planım olmaz, malzemeyi şekillendirerek ve onun direncinin ya da hacminin beni yönlendirmesine izin vererek başlarım. Buluntu nesneler, yani mobilya parçaları genellikle çalışmalarımın iç kısmının ana yapıcıları haline geliyor ve bunların şekilleri ve dokuları dış kısmı etkiliyor. Her buluntu parçanın farklı bir yoğunluğu ve bükülme kabiliyeti olduğu için bu bir itme ve çekme alışverişi. Bu süreci toplum içinde kimliklerimizi nasıl oluşturduğumuza benzetiyorum. Beden politik bir alan ve çeşitli dış ve iç etkiler - ister toplumsal ister mahrem ve psikolojik olsun - onu olduğuna inandığımız belirli bir şeye dönüştürüyor. Bu süreçte uyum sağladığımız anlar olduğu gibi, kişisel özgürlük, kendini gerçekleştirme ve özgünlük için geçitler bulduğumuz anlar da vardır. Bu süreci büyüleyici buluyorum ve çalışmalarımın bu dinamikleri anlatısal bir heykel ortamında sahnelemesini hedefliyorum.
Heykelden her zaman mimarinin katılığı ile hareket eden bedenin akışkanlığı arasında yer alan bir ifade biçimi olarak bahsederim. Heykel, mimari yapılara benzer maddi, yapısal sınırlara sahiptir ve yine de ortaya çıkma nedeni genellikle oldukça geçici ve savunmasız bir şeye biçim vermektir. Heykellerimin konuştuğu dil beden diliyle ilgili: jest, duruş, mimik, iletişim kurmak, dokunmak ve birbirimizi yansıtmak için kullandığımız beden dillerine dayanıyor. Son dönem çalışmalarımın çoğu kelimelerden ziyade 'içgüdüsel bir his' aracılığıyla iletişim kuruyor. İçgüdüsel hisler beden hafızamızın iş başındaki tezahürleridir; bedenin bu periferik ve rizomatik zekası sayesinde mekânsal, dilsel ve alışkanlık hafızamızı formüle ederiz. Aynı zamanda başkalarıyla ilişki kurma biçimimize, sosyal şemalarımıza ve davranışlarımızda oluşturduğumuz çalıntı jestlere ve nihayetinde karakterimizi ve benlik duygumuzu nasıl formüle ettiğimize de katkıda bulunur.
Eserlerinizde sert döküm malzemelerini (beton, alçı) kullanarak yumuşak ve eğilip bükülen formlar oluşturmanız, izleyicilerde sabit form kavramını sorgulama daveti yaratıyor. Bu yaklaşımın arkasındaki ilham nedir?
Bu, benliğin mimarisini bozmaya yönelik bir girişimdir; mimariyle yalnızca bedenlerin bir kabı ve gizleyicisi olarak değil, aynı zamanda sosyal normların ve iktidar hiyerarşilerinin bir göstergesi olarak da ilgileniyorum. İster şehir planlamacıları ve mimarlar tarafından inşa edilen mekân olsun, ister çekirdek ailelerimizin, seçilmiş ailelerimizin ve akranlarımızın sosyal mekânı olsun, ister bedenimizin ya da ruhumuzun iç mekânı olsun, bedenlerin mekânı nasıl işgal ettiğinin ardındaki politikayla ilgileniyorum. Sert kaplar içindeki bu yumuşatılmış formlar, formda bir sapma, normalliğe karşı belirli bir direnç öneriyor. Bir genderqueer kişi olarak bunu neden yaptığımın oldukça açık olduğunu düşünüyorum. Sabit olduğuna inandığımız toplumsal olarak inşa edilmiş yapıların hiçbiri gerçekte öyle değil, bunları belirli türden toplumlar halinde örgütlenmenin bir aracı olarak bulduk. Avrupa toplumlarının tarihine ve siyaset felsefesine bakarsak, bu kuralların genellikle şiddet yanlısı, baskıcı, beyaz üstünlükçü, kadın düşmanı, erkek egemen bir dünya görüşünün hizmetinde olduğunu görürüz. Bugün kullandığımız normallik fikri doğrudan bu sistemden doğmuştur (örneğin ırkçı sahte bilim öjeni tarafından büyük ölçüde desteklenmiştir) ve eğer 'normal' olarak kabul ettiğimiz şeydeki bu yanlışları yapısöküme uğratacaksak, işe çarpık, anormal, uygunsuz, farklı veya ötekileştirilmiş olarak kabul edilen şeyleri gözlemleyerek ve yücelterek başlamalıyız.
“Heykellerin temel formları genellikle oldukça geometriktir, bu nedenle kıvrımlar ve bükülmeler onların belirli bir kırılganlık içinde rahatlamalarına izin verir ki bunun hepimizin sevgiye (kendimize ve diğerine) ve eşitliğe yönelik yapısöküm sürecine yaklaşmamız için tavsiye edilen bir durum olduğuna inanıyorum.”
Bize üretim sürecinizden biraz bahsedebilir misiniz? Analog mu yoksa dijital tekniklere mi daha yakınsınız?
Çoğunlukla iki elimle çalışıyorum, bu çok klasik, analog bir çalışma şekli. Ancak sanat pratiğimin yanında her zaman bir tasarım pratiğim oldu, bu nedenle mekan veya mobilya taslakları çizerken dijital olarak da çalışıyorum. Son zamanlarda mobilya tasarımını daha ciddiye almaya başladım ve çok yakında sınırlı sayıda üretilen heykelsi mobilya parçalarından oluşan bir seriyi piyasaya sürmeyi umuyorum! Bir bakıma bu uygulamalar arasında net bir ayrım görmüyorum, sadece bir heykeltıraşın düşüncesini mekana ve nesnelere uyguluyorum. Yani bu, yaratıcılığın gelişmesi için başka bir kanal ve dijital bu noktada kesinlikle çok faydalı.
Tasarım süreci ve çıkan ürün bazında bugüne kadar sizi en çok heyecanlandıran çalışmanız hangisiydi?
Ölçek olarak en büyük heykelim Marakeş'teki Montresso Sanat Vakfı'nda kaldığım süre boyunca ürettiğim 2,8 m yüksekliğindeki Body Schema adlı açık hava heykelimdir: Kendi Özel Anaerkilliğimiz. Bu eseri yapmak çok zordu, baştan sona 3 ayımızı aldı. Aynı zamanda son yıllarda yaptığım en heyecan verici işlerden biriydi. Çok sezgisel bir şekilde başladı, görmek istediğim takımyıldızıyla oynamak için bir kapı aralığını düzinelerce boru şeklindeki sünger parçalarıyla dolduruyordum ve tek bir düzlemden oluşan ilk fikre dayanarak, daha sonra ahşap bir kutu inşa ederek düzlemleri 3 boyuta genişlettim. O kadar büyük bir ölçekti ki, projeyi nasıl tasarladığımızı, heykelin kendi başına nasıl durabileceğini ve onu nasıl hareket ettirebileceğimizi ve zımparalamak için nasıl çevirebileceğimizi anlamak oldukça ilginçti. Hayata geçtiğini görmek destansı bir şeydi, bu çalışmadan çok mutluyum.
Bu alanda ya da farklı disiplinlerde çalışmalarını merakla takip ettiğiniz isimler kimler?
Heykel ile çalışan çağdaşlarımdan Tai Shani ve Sarah Lucas'ın yanı sıra Erwin Wurm'un çalışmalarını da seviyorum. Çok sayıda çağdaş seramikçi, mimar ve mobilya tasarımcısını takip ediyorum, Anne Holtrop, Halleroed, Wendell Castle'ın çalışmalarını seviyorum ve tiyatro ve çağdaş danstan çok ilham alıyorum. Ayrıca queer ailemi ve ev topluluğumu oluşturan sanatçı arkadaşlarımın çalışmalarının da hayranıyı; sanatçılar Inês Zenha ve Divine Southgate-Smith ve seramikçi Sharlen Nozowa.
Gelecek için heyecanlı mısınız? Planlarınızda neler var?
Dünyanın geleceği konusunda pek de heyecanlı değilim, ancak yapabileceğimiz tek şeyin devam etmek ve kamuoyuna değerli mesajlar vermeye devam etmek olduğunu da biliyorum. Bir şeylerin değişmesi gerekiyor, aksi takdirde iklim tamamen çökmeden önce bile birbirimizi yok edeceğiz. Sanatçıların bu değişimi tetikleme olasılığı var (tabii ki doğru platform sağlandığında), bu yüzden olmak istediğim sanatçı türünü giderek daha fazla somutlaştırmaya çalışıyorum ve bu beni devam ettiriyor. Şu anda Lizbon'da La Junqueira rezidansının desteğiyle bir proje, Budapeşte'de Heart & Cherry Limited Editions ile bir sergi üzerinde çalışıyorum ve Paris'te yaklaşan bir solo sergi için yeni işler geliştiriyorum.