Federico Peri, House Of Icons (Hi) Ev Sahipliğinde İstanbul'da
- Onur Çoban
- 1 gün önce
- 3 dakikada okunur

Milano merkezli ürün ve iç mekân tasarımcısı Federico Peri, çağdaş bir vizyonu zamansız bir estetik anlayışıyla buluşturan çalışmalarıyla tanınıyor. Malzeme araştırması, mekânsal hikâye anlatımı ve duygusal sezgiler üzerine inşa ettiği tasarımları, hem uluslararası markalarla iş birliklerinde hem de kişisel projelerinde kendini gösteriyor. Onun için tasarım; işlev, kimlik ve güzellik arasında süregelen bir diyalog ve zamanla olgunlaşan bir yolculuk. House Of Icons (Hi) onur konuğu olarak İstanbul’da bulunan Federico Peri ile Skyland HOM’da bir araya geldik.
Röportaj: Onur Çoban
Federico Peri kimdir? Kısaca kendinden bahseder misin?
Milano merkezli bir ürün ve iç mekân tasarımcısıyım. Stüdyom, çağdaş bir vizyon ile zamansız bir estetiğin kesişiminde, malzeme araştırmasına ve mekânsal hikâye anlatımına güçlü bir vurgu yaparak çalışıyor. Yıllar içinde hem İtalyan hem de uluslararası markalarla iş birliği yaparak mobilyalar, aydınlatmalar ve mekânlar tasarladım; bunların her biri incelik ile sadelik arasında bir dengeyi yansıtıyor.Tasarımı yalnızca bir meslek değil, kimlik, işlev ve güzellik arasında kesintisiz bir diyalog olarak görüyorum.
Tasarım felsefeni nasıl tanımlarsınız?
Tasarım felsefem, asla fazla gürültülü olmayan, sakin bir zarafet anlayışına dayanıyor. Tanıdık ama beklenmedik hissi veren nesneler ve mekânlar yaratmaya çalışıyorum ve çoğunlukla duygusal ya da kültürel bir sezgiden yola çıkıyorum. Malzemeler benim için asla sadece bir yüzey kaplaması değil; hafıza, anlam ve dokunsallık taşıyıcılarıdır. Şeklin ötesinde olan şeylerle — atmosfer, jest ve nesnelerin uyandırabileceği ritüellerle — ilgileniyorum.

İç mekân ve ürün tasarımı arasında gidip gelen bir pratiğe sahipsin. Bu iki disiplin birbirini nasıl etkiliyor?
Bu iki alan birbirine derinden bağlı. İç mekân tasarlamak, nesnelerin bağlam içinde nasıl var olduklarını, ışıkla, ölçekle ve hareketle nasıl ilişkilendiklerini anlamamı sağlıyor. Öte yandan, ürün tasarımı üzerinde çalışmak, detaylara, ergonomiye ve malzeme kalitesine dair dikkatimi keskinleştiriyor. Çoğu zaman bir mekân için doğan bir fikir bağımsız bir nesneye dönüşüyor veya tam tersi oluyor. Sınır oldukça akışkan: Her iki disiplin de birbirini besliyor ve genel hikâyeyi zenginleştiriyor.
“Zaman” kavramı süreçlerinde önemli bir rol oynuyor ve malzemenin yaşlanmasını bir değer olarak görüyorsun. Sence bir nesne zamanla nasıl anlam kazanıyor?
Bence zaman, tasarım için bir tehdit değil, bir işbirlikçi. Bir malzemenin nasıl yaşlandığı, oksitlendiği, yumuşadığı veya karardığı, onun hikâyesinin bir parçası. Çoğu zaman bu dönüşümü kucaklayan yüzeyleri ve dokuları seçerim. Bir nesne, birinin günlük ritüellerinin parçası olduğunda, anılar taşıdığında veya kullanım izleri gösterdiğinde anlam kazanır. Kusurlar ve patina benim için otantikliğin işaretleridir; hayatı yansıtırlar.
2025 Milano Tasarım Haftası’nda, ‘zamansız mekân’ gibi soyut bir kavramdan yola çıkan ANAM koleksiyonunu sundun. Bu fikri fiziksel nesnelere dönüştürürken nasıl bir yaklaşım benimsedin?
ANAM ile hedefim, zamandan bağımsız bir varlık hissi uyandırmaktı. Saf geometrilere, dokunsal malzemelere ve ince kontrastlara odaklandım; belli bir dönemi referans almayan ama yine de köklü ve tanıdık hissettiren parçalar üretmek istedim. Her nesnenin sessiz bir diyalog daveti sunmasını, hem kadim hem de çağdaş hissettirmesini amaçladım. Koleksiyon, biçimi sergilemekten ziyade, duyguyu ve düşünceyi barındırmaya odaklanıyor.

Tüm çalışmalarınız arasında sizi en çok heyecanlandıran proje hangisiydi — süreç veya sonuç açısından?
Her proje kendi heyecanını getiriyor ama Nilufar Gallery ile olan iş birliği, benzersiz yoğunluğu nedeniyle öne çıkıyor. Bu proje bana kısıtlama olmadan keşfetme ve form ile malzeme üzerinde daha kavramsal düzeyde denemeler yapma özgürlüğü verdi. Aynı derecede anlamlı bir başka örnek, 2018’de başlayan ve hâlâ devam eden Baxter iş birliğim. Bu süreç bana malzemeler, üretim süreçleri ve seçici bir kitleyle bağlantı kurmak konusunda çok şey öğretti. Çok farklı bir kapsamda olsa da, Nespresso ile yakın zamanda gerçekleştirdiğim proje de oldukça zenginleştiriciydi. Geniş ve çeşitli bir kitleye yönelik, günlük kullanıma uygun nesneler tasarlamak, farklı bir tasarım hassasiyeti ve günlük davranışları derinlemesine anlamayı gerektiriyordu.
Kısa süre önce House of Icons’un lansmanı için İstanbul’a geldiniz. Bu deneyim hakkında neler paylaşmak istersiniz?
Gerçekten zenginleştirici bir deneyimdi. Hi’nin kurucusundan etkinlik organizatörlerine ve son derece ilgili ve meraklı bir dinleyici kitlesine kadar ilham verici birçok kişiyle tanışma fırsatı buldum. Beni en çok etkileyen, İstanbul’da karşılaştığım çağdaş tasarıma dair kültürel derinlik ve farkındalık oldu. Hi, çok güzel bir mekân: Titizlikle seçilmiş ürünler, düşünceli ve zarif bir küratoryal yaklaşımla birleşerek, sade bir sofistike atmosfer ve yüksek kalite hissi yaratıyor. Böyle anlamlı bir lansmanın parçası olmak benim için büyük bir zevkti.


Gelecek için heyecanlı mısınız? Ufukta neler var?
Kesinlikle. Dünyanın en huzurlu döneminden geçmiyor olsak da geleceği açık bir alan olarak görüyorum. Daha hızlı veya daha dijital olmak zorunda değil, ama umarım daha bilinçli ve anlamlı olur. Şu anda çeşitli firmalar için yeni projeler üzerinde çalışıyor, iç mekân komisyonlarını ve sanat yönetmenliği görevlerimi sürdürüyorum. Paralel olarak, yakında sunmayı umduğum, aydınlatma odaklı daha kişisel bir koleksiyon geliştiriyorum. Bu dönem, derin bir düşünme süreci olmasının yanı sıra mesleki açıdan da oldukça tatmin edici.