Kurucusu olduğu Gozen Institute'de sürdürülebilir moda ve biyo-materyaller üzerine araştırmalar yürüten biyo-tasarımcı Ece Gözen ile çalışmaları üzerine sohbet ettik.
Ece Gözen kimdir?
Kısaca bahsetmem gerekirse Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Moda ve Tekstil Tasarımı Bölümü’nden mezun olduktan sonra 10 yılı aşkın moda endüstrisinin her noktasını deneyimledim. 2013 yılında kurduğum markamla yarattğım koleksiyonlarla tüketim çılgınlığını ve milyonlarca insanı kendine çeken moda olgusunu daha akıllıca kullanma peşindeydim her zaman. 2012 yılından bu yana koleksiyonlarım organizatörlerin özel davetleriyle Mercedes Benz Fashion Week Istanbul, Mercedes Benz Fashion Week Berlin, Who’s Next Paris, Tranoi Paris'te küresel moda dünyasının beğenisine sunuldu. 10’u aşkın global ve lokal markayla işbirliği yaptım. Vogue, Cfe London, Koza, Toyp, Elle Style Awards gibi birçok önemli ödül kazandım.
Tüm bu deneyimlerimin ardından aslında hep içinde bulunduğumuz evreni anlama, sahip olduğum doğayla kopardığımız bağları onarma ihtiyacını barındıran bir tasarım felsefesini çok daha geliştirerek başka bir boyuta taşıma isteğimin olduğunu fark ettim. İçinde bulunduğum moda sektörü ise hepimizin bildiği gibi son yıllarda bu bağın kopmasına neden olan sektörlerin başında geliyordu. Moda ve tekstil endüstrisinin dünyada yarattığı kirliliğe çözüm olarak tasarım, biyoteknoloji ve sanata odaklanarak yeni bir sürdürülebilir model oluşturdum ve bir kadın girişimci olarak Gozen Institute’ü kurdum. Vizyonumu ve Gozen Institute’ü, Samsung, Nike gibi birçok global marka gerçekleştirdiğimiz projelerle destekledi. Gozen Institute’ün başarıları sayesinde Elle Style Awards tarafından Sürdürülebilir Moda Ödülü'nü kazandım ve Nike'ın sürdürülebilirlik marka elçisi oldum. Son olarak da JCI- Junior Chamber International Istanbul tarafından düzenlenen “Ten Outstanding Young Persons Of the World” programının Türkiye finalleri olan TOYP – Türkiye’nin On Başarılı Genci ödüllerinde Çevre Korumacılığı ve Ahlaki Önderlik kategorisinde birincilik ödülünü kazandım.
Şu an ekibim ile Gozen Institute’teki laboratuvarımızda tekstil endüstrisi için yeni dünyanın sürdürülebilir biyomalzemelerini üretmek ve küresel markalar ile üreticilerle bio-tasarım ve malzeme prototipleri geliştirmek için yoğun bir şekilde çalışıyoruz. Aynı zamanda bu konudaki bilinci arttırmak amacıyla multidisipler olarak çalıştığımız biyofilik bilim-sanat projeleri üzerinde yoğun bir şekilde çalışıyoruz.
Tasarım tarzımı üç kelimeyle ifade etmem gerekirse; döngüsel, holistik ve futuristik olur.
Dilersen en baştan başlayalım. 2012 yılında MUUSE – Vogue Talents Award’da En Vizyoner Tasarımcı ödülünü aldın ve ardından ertesi yıl kendi markanı kurdun. Son 3 yıldır ise koleksiyon çıkarmayı durdurarak kurucusu olduğun Gozen Institute’de sürdürülebilir biyo-tasarım ve alternatif materyal araştırmaları yapıyorsun. Kariyerindeki bu dönüşüm sürecinden biraz bahsedebilir misin?
Esasen yaptığım ilk koleksiyonlara baktığımda bugün çizdiğim yol ile oldukça bağlı olduklarını görüyorum. Sadece zamana ve evrilmeye ihtiyacı varmış. İlk koleksiyonlarımdan beri en büyük ilham kaynaklarım bilim, sanat, matematik, teknoloji ve doğayı harmanlayarak oluşturduğum konseptler aslında bugün Gozen Institute’ün kurulmasındaki en temel felsefeler. Yani biyo-tasarım süreci benim için bir gün uyanıp, ‘‘Artık koleksiyon çıkarmaktan sıkıldım. Modada sürdürülebilirlik trendi var, peki ben ne yapabilirim? Hadi biyomateryal geliştireyim, aa bak YouTube’ta bununla ilgili bir video varmış,’’ gibi gelişmedi.
Benim dönüm noktam aslında 2016 yılında gerçekleşti. Cfe London (Centre for Fashion Enterprise’) tarafından kazandığım ödül sayesinde Londra’ya davet edildim. 6 aylığına buraya taşınmam yaptıklarımı çok daha geniş bir çerçeveden görmemi sağladı. Centre for Fashion Enterprise’ın çok değerli danışmanlarından aldığım mentorlukla beraber tamamen ne yapmak istediğime ve istemediğime odaklandım. 2017 yılında Türkiye’ye döndüğümde ise radikal bir karar vererek koleksiyonlarımı çıkarmayı durdurdum.
Tasarımcı kimliğim dışındaki diğer multidisipliner özelliklerimi çok daha net bir şekilde keşfedebilmek adına ilk başta her şeyden uzaklaşıp, kendimi ‘nadasa’ bıraktığım ve ‘kişisel karantinam’ olarak adlandırdığım bir dönem yaşadım. Ardından disiplinlerarası çalışmalar, okumalar, akademik araştırmalar yaptım ve önce kendimi bu dünya için nasıl daha faydalı kılabilirim diye başladığım yol, deneyimim olan bu alanda ‘gerçek bir fayda’ sağlayacak neler yapabilirim sorusuna evrildi. Bu soruları sorarken ve bulduğum cevapları eylemlerle göstererek aslında şu an bulunduğum noktaya geldim diyebilirim. Bugünkü bilimin temeli sayılan simyadan kimyaya, yapay zeka ve biyolojik zekanın temeline, bu gezegende hayatın oluşmasında çok önemli role sahip dört temel organizma olan bakteriler, mantarlar, yosunlar ve likenlerin evrimi ile yaşama olan katıkılarından, uzaydaki yeni keşiflere kadar yaptığım birçok araştırmayı biyo-tasarım ve sanat özelinde birleştirerek yeni dünyanın sürdürülebilir materyallerini keşfetmeye, üretmeye başladım.
Kendi dönüşümüm yaptığım işi dönüştürdü aslında. Dünyaya en çok zarar veren endüstrilerin başında gelen moda ve tekstil endüstrisinde 10 yılı aşkın deneyime sahip biri olarak bu endüstrinin verdiği zararlarla çok ümitsiz gözüken bir tabloda her zaman Buckminster Fuller’in sözü aklımdaydı : “Varolan gerçeklikle savaşarak asla bir şeyleri değiştiremezsiniz. Bir şeyi değiştirmek için mevcut modeli geçersiz kılacak yeni bir model inşa edin.” Benim modelim ise kurucusu olduğum Gozen Institute oldu.
Bir biyo-tasarımcı olarak amacım, tasarım bazlı bir doğa yerine doğa bazlı bir tasarım disiplini oluşturmak ve yok etmeden yaratmak.
Biyo-tasarım son dönemde insanların aşina olduğu bir kelime olmasına rağmen tasarım disiplini olarak birçok insan için hala yabancı. En basit haliyle yaptığın işi nasıl tanımlarsın?
Yaptığım işi basitçe tanımlamam gerekirse, dünyadaki 3.8 milyar yıllık yaşamı oluşturan yaşayan organizmalarla döngüsel, sürdürülebilir bio-materyaller ve biyo-tasarım ürünler üretiyoruz. Biyo-tasarımda bildiğimiz ‘doğayı taklit eden ya da ilham alan tasarımın’ aksine, tasarıma direkt olarak biyolojik sistemleri entegre ediyoruz. Laboratuvar ortamında mantarlar, algler, maya, bakteriler ve kültürlenmiş doku gibi canlı materyalleri kullanımını içeren yeni bir tasarım hareketi diyebiliriz. Bu noktada bir biyo-tasarımcı olarak tasarım sürecinde doğayla ve canlı organizmalarla işbirliği yaparak, tasarımın dilini doğanın kendini ifade ediş biçimi ile birleştiriyorum aslında. Amaç tasarım bazlı bir doğa yerine doğa bazlı bir tasarım disiplini oluşturmak ve yok etmeden yaratmak. Benim için sadece yeni bir akım olmaktan ziyade bu zamana kadar doğaya verdiğimiz zararlara karşın bir özür niteliğinde gelişen, gezegen için en anlamlı ve faydalı hareketlerde biri olarakda tanımlayabilirim.
Çevre-dostu ve sürdürülebilir alternatif materyal arayışı senin çalışmalarında önemli bir yere sahip. Deri ve plastiğin yerine alternatif olarak geliştirdiğiniz biyomateryaller üzerine yürüttüğün çalışmalardan bahsedebilir misin?
Gozen Institute olarak geleceğin sorumluluğunu alan, her aşamada seçimlerimizi sorguladığımız biyoteknoloji, sanat ve tasarımın arakesitinde sürdürülebilir geleceğin yeni biyo-materyallerini üretiyoruz. İçeriğinden, üretim yöntemine ve kullanım döngüsüne kadar tamamen inovatif ve geleceğe hizmet eden yeni bir materyal dünyasını tasarlıyoruz. Alışık olduğumuz Dünya düzenindeki materyal üretiminde ham madde olarak kullanılan petrol, hayvan ya da bitkilerin yerine doğrudan mikroorganizmalarla işbirliği yapıyoruz. Doğanın kendisiyle yaptığımız bu işbirliği sayesinde kimyasalsız, üretiminde litrelerce suya gerek duymayan, çevreyi kirletmeyen, üretim sürecine dahil olan hiçbir canlıya zarar vermeyen ve sömürmeyen biyomateryaller yetiştirebiliyoruz.
Ürettiğimiz biyo-materyaller belli bir yaşam döngüsü olan, ömrünü tamamladığında biyolojik olarak çözünen ve toprağa atıldığında doğaya kaynak olarak tekrar dönen böylece de doğanın ritmine ve döngüselliğine uyumlu tekstiller. Aynı zamanda laboratuvarda ürettiğimiz bu materyallerle yaptığım biyo-sanat çalışmalarına da bir yandan devam ediyorum. Bu çalışmalarım ise Nisan ayında Contemporary Istanbul’un teknoloji, bilim ve sanat kapsamında bir parçası olan Pluginde sergilenecek.
Elle Style Awards’ta ilk defa verilen “Sürdürülebilir Moda” kategorisinde ve TOYP tarafından Çevre Korumacılığı ve Ahlaki Önderlik kategorisinde birincilik ödülü aldın. Moda sektörü şuan dünyayı en çok kirleten ikinci endüstri ve senin gibi yeni nesil tasarımcılar bunu durdurmak ve değiştirmek için çalışıyor. Sence yolun sonunda ışık görebilmek için nelerin değişmesi gerek?
Öncelikle doğanın bir kaynak değil yaşamın kökeni olduğu algısının artık herkesin çok daha iyi ‘anlaması’ gerektiğini düşünüyorum. Sorgusuz ve sualsizce tükettiğimiz her şey bence öz bilincimiz ve doğa ile kaybettiğimiz bağlantılardan doğan psikolojik bir mutsuzluk. Bu anlamda sürdürülebilirlik akımına çok daha derin bir pencereden bakarak, kullanılan şeklinin samimiyetini sorgulamamız gerektiğini, sürdürülebilirliğin bir trendden ziyade bir yaşam felsefesi olması gerektiğini düşünüyorum. Kârın gezegenden daha mühim olmadığını pandemi süreciyle çok daha iyi algıladığımız bu dönemde etrafımızda var olan tüm canlı sistemleriyle bağlantılı olduğumuzun hatırlanıyor ve buna göre hareket ediliyor olması çok önemli. Çünkü bana göre bu konuda değişmesi ve evrimleşmesi gereken öncelikle insan bilinci. Bu bilinç aktive edilebilirse işte o zaman ormanlar yakılmaz, ağaçlar kesilmez, plastikler tüketilmez ve hayvanlar öldürülmez.
İnsanlık olarak sadece çevreci materyaller, tasarımlar ve üretim yöntemleri geliştirmemiz tek başına yeterli değil. Buradaki en büyük olgunun tüketim anlayışımızı tamamen değiştirerek, insanın tüm canlıların tepesinde egosal, tüketen ve yok eden bir varlık değil, tüm ekosistemin merkezinde olan bu algıya ve bilince sahip olarak yaşamına devam etmesi gerekiyor. Sürdürülebilirliğe bir yaşam felsefesi olarak holistik bir açıdan bakmamız gerekiyor. Artık öyle bir noktadayız ki bence moda sektörü başta olmak üzere tasarlanan her materyal ve ürünün çevre açısından tüm aşamalarının düşünülmüş olması, ne kendi sağlığımızdan ne de gezegenin sağlığından taviz vermemesi kriteri taşıması gerekiyor. Bu noktaya geleceğimize inanıyorum, çünkü dünya genelinde çevrenin korunmasına yönelik anlaşmalar yapılarak ülkeler de bu doğrultuda regülasyonlar gerçekleştiriyorlar. Toplum olarak antroposen çağının gerektirdiği değişimi makro düzeyde devletler, mikro düzeyde ise bireyler olarak gerçekleştirerek dengeli bir bağlantı kurulmasıyla bu yolun sonundaki ışığa daha çabuk varabileceğimize inanıyorum.
İlham tazelemek için neler yaparsın? Bu alanda ya da farklı disiplinlerde çalışmalarını merakla takip ettiğin isimler kimler?
En büyük ilhamın da öğreticinin de doğanın kendisi olduğunu düşünüyorum, gerçekten bağ kurduğunuzda ve doğanın zekasını, algoritmasını anlamaya çalıştığınızda size öğrettikleri sonsuz. Bu bağlamda en verimli etkileşimler genelde laboratuvarda yaptığım çok daha deneysel ve sanatsal sürecin kendisi oluyor diyebilirim. Bu süreçleri ise okumalarım, araştırmalarım ve tüm bunlar arasında kurduğum bağlantıları yazılı ve görsel olarak kayıt ettiğim sketchbooklarım takip ediyor. Dönüp tekrar o süreçleri ve yazdıklarımı okuduğum zaman tekrar tekrar formatlanıyorum.
Evreni, insanı ve doğayı anlayıp anlatmaya çalışmış ve fayda sağlamaya çalışmış herkesten öğrenilecek şeyler vardır ama benim için Janine Benyus, Carl Jung, Carl Sagan, Paracelsus, Neri Oxman, Paul Stamets, Hermes Trismegistus, Edward O. Wilson ve Alan Turing listenin en başında gelen isimlerinden.
Gelecek için heyecanlı mısın? Planlarında neler var?
Evet ve gelecek için gerçekten umutluyum. Özellikle pandemiyle beraber Dünya genelinde de biyomateryal ve biyo tasarım konularındaki AR-GE çalışmaları, doğa temelli teknolojiler ve bu konuda yapılan yatırımlar arttı. Birkaç yıl içinde yapılan işbirlikleriyle ürün çıktılarını raflarda görebileceğimiz bir skalaya doğru ilerliyor. Gozen Institute olarak bizim de ürettiğimiz biyomateryallerimizin endüstriyel skalada kullanılması için markalar, üreticiler ve yatırımcılarla çalışmalarımız giderek hız kazanıyor. Bu nedenle planlarım arasında ilk aşamada laboratuvarımızda ürettiğimiz yeni dünyanın materyallerini ve tasarımlarını dünyayla tanıştırmak var. Bunlar dışında online workshop çalışmalarımız ve eğitimlerimizin hazırlığı içerisindeyiz. İleri vadede ise Türkiye’de moda, tasarım, biyoteknoloji ve sanatı birleştiren ilk kurum olarak kurduğum Gozen Institute altyapısının çok daha geniş bir platforma taşıyacağımız çalışmalara kanalize olmuş durumdayız. Çok daha farklı disiplinlerden insanları bir araya getirerek disiplinler ötesi araştırmalar ve üretimler yaparak bunları dünyayla paylaşabilmeyi amaçlıyoruz. Doğayı ve Dünyamızı sömürmeden geleceğe katkıda bulunuyor olmak şimdiden bizi çok heyecanlandırıyor.