top of page

Beden ile Fotoğrafı İnşa Etmek: Berk Kır


Kendilik Yemeği, 2021

İnsan bedeni, mekan ve nesne arasındaki ilişkiden hareketle kendi bedeni ve kamerasıyla diyaloğunu süreç odaklı bir üretim pratiğine dönüştüren fotoğraf sanatçısı Berk Kır ile kurguladığı kompozisyonları, iç içe geçirdiği duyguları ve yarattığı alternatif yöntemleri konuştuk.


Geçtiğimiz Kasım ayında Misal Adnan Yıldız küratörlüğünde Kasa Galeri’de gerçekleşen “Dünya’nın Ağırlığı” sergisinde yer alan fotoğraf işin binanın giriş cephesinde izleyiciyi karşılıyordu. Fotoğrafın kamusal alanda temsil edilmesi hakkında ne düşünüyorsun?

Evet. Adnan her şeyden önce incelikli bir ruh. Dünya’nın Ağırlığı sergisinde Kasa Galeri’nin yer aldığı Minerva Han’ın giriş cephesi alternatif bir sergileme alanına dönüştü. Orada yer alan işim “Başımın Üstünde Yerin Var” adını verdiğim seriden çaydanlığın baş üzerinde durduğu göstergebilimsel bir iş. Fotoğrafın içerdiği anlam kadar işgal ettiği alanla -bulunduğu mekan- ilişkisini çok önemsiyorum. Başımın üstünde yerin var serisi benim için bir tür işgalci bir seri. Şehri ya da bulunduğu mekanı işgal ederek kendini var ediyor. İçerdiği anlam bakımından bakacak olursak serinin temel çıkış noktası Türkiye’de kullanılan gündelik dilin kapsayıcılık bakımından imajlaştırılmasına odaklanıyor. Cinsiyetlendirilen potansiyel nesneler ve gündelik dilin diyalogunu fotoğraf üzerinden kuruyorum. Seri için şöyle bir kavramsal metin yazmıştım onu burada hatırlamak iyi olabilir: Tür resmi, Janr ya da Genre sanat tarihi literatüründe ev mekanında şekillenen gündelik hayatı izleyiciye sunan tuval üzerine boya ile gerçekleştirilen üretimler olarak tanımlanır. Dinamiklerimi tür resminin atanmış kadın figürlerini belirli bir mekan veya belirli bir görev tanımıyla bağdaştırdığı gelenekselliğin karşısında duruyor olmaktan alıyorum. Dilsel bir entegreyle Türk adetlerindeki hoşgörü tavrı olan “Başımın üstünde yerin var” söylemini görsel olarak tema edinerek baş üzerindeki yerin Türkiye’deki ev mekanında kadınlık nesnelerine dönüşümünü sorguluyorum. Kişisel izlenimlerimi fotoğraf üretimim esnasında İstanbul özelinde rastgele bulduğum objeler ile gerçekleştirmeye gayret ediyorum. Üretim tavrı itibariyle gelenekselin planlı var edişini akışla yeriyor, tanımlı cinsel kimliklerin akışta olması fikrini metaforik olarak izleyiciye sunuyor ve nesneler üzerine düşünmeye davetiye çıkarıyor olmayı hedefliyorum. Kamusal alanda bir fikir önererek var olmak bulunduğu yeri dönüştürmeye yatkınlıkları içerliyor. Bu taraftan baktığımda fotoğraflarımın kamusal alanda bir çeşit karşılaşma mekanı olarak kurgulanmasını öncelikli görüyorum.


Kır, B. (2019), 'Başımın Üstünde Yerin Var I', Kasa Galeri, 2021

Seni tanıdığımız kadarıyla şehirde epey vakit geçiriyorsun. Tahmin ediyorum ki ufak değişiklikleri dahi hemen yakalıyor, kendi belleğine ekliyorsun. Bir anlamda performatifsin. Bedenin ve şehir nasıl bir diyalog içinde? Kesinlikle performatifim! Şehirde bir çeşit gezginlik yapıyorum diyebilirim, yerli ama gezgin. Yeniden ve yeniden görüp-geçirme hali belki… Bedenimi yaratıcılığa ve düşünceye hizmet eden bir tür mekanizma olarak görüyorum sanırım, bu esnada kamera genişleyen bedenimin bir çeşit uzantısı olarak konumlanıyor. Bir şekilde aksiyon almaya hep çok hazırım. Bu hazır olma halimi şehir içinde sonu gelene kadar kullanıyorum. Bir yandan yürümek her zaman hayatımın çok büyük bir parçası oldu. Bir süre sonra üretme pratiğimi de içine alarak kendi gerçekliğime dönüştü. Geliştirdiğim pratikten bahsetmek şehir ve bedenim arasındaki ilişkiyi açık edecek. Fotoğrafa dair düşünebilmenin çok fazla görmenin ürünü olarak şekilleneceğine inanıyorum. Şehirde devamlı yürüme ve hareket halinde olmak; bedenin götürdüğü yeri takip ve idrak etmek bir anlamda kenti, dolaylı olarak onu oluşturan insan ve olayları tüketmeyi sağlıyor. Bulunduğun zaman ve mekana göre bir tür tek seferlik şahitlik edebileceğin olayların içinde buluyorsun kendini. Bunu sanat tarihi literatüründeki happening (oluşum sanatı) fikriyle çok bağdaştırıyorum. Bedenen bulunma halini pratik olarak kullandığımı söyleyebilirim. Bir kayıt cihazı gibi sürekli olarak görüyorum, hafızama kayıt ediyorum ve tüketiyorum. Hatta çoğunlukla şehir için denk geldiğim nesneleri topluyorum. Az önce konuştuğumuz seri, şehir içinde rastgele bulduğum buluntu nesne olarak da okuyabileceğimiz nesneler ile meydana geldi. Rastgeleliği önemsiyorum. Duygusal olarak tüm bu tanıklık ettiğim olayların bünyemde bıraktığı izler ile ilgileniyorum ve üretmek için motivasyonumu buradan alıyorum. Bedenim aracılığıyla duyumsadığım her şey yine toplanma mekanı olarak bedenimi ilan ederek burada iç içe geçiyor; potansiyel fikirler için zemine dönüşüyor. Geleneksel fotoğrafın ana meselesi tekrarı olmayacak anlara şahitlik etmek olarak kuruluyor. Bu anlayışın içinde fotoğrafı icra eden kişinin bedensel refleksleri tanıklık ettiği olayı belgelemek üzerine şekilleniyor. Fotoğraf benim için böyle değil. Fotoğrafın meselesi olan tekrar edilme ihtimalinin zorluğundan ötürü kaynaklanan değer biçimi yeni anlamların açılımıyla karşı karşıya gelmeli, bunun gerekliliğini savunuyorum. Bireysel olarak beden, zihin ve kamera ile ilişkilenmek toplumsal olaylara olan yaklaşımların gelişmesi ve üzerine bakış çeşitliliğinin oluşması için de önemli bir nokta.

Gözyaşlarımdan Çay, 2021

Üretim pratiğinin temellerinden gezginlik vesilesiyle, toplama, kaydetme ve tüketme döngüsünün çıktısı olan fotoğraf inşa etme sürecin, üretim anlamında da geleneksel fotoğraftan tamamen ayrışıyor. Fotoğrafların için bilindik algı ve tekniklerin dışında kendi yöntemini yarattığın biçim nasıl şekillendi? Evet. Bu soru üzerine geriye dönüp şöyle bir düşündüm. Fotoğrafı yapma biçimim için otobiyografik bir yolu izlediğimi ve bunu ivedikle yaptığımı söylemeliyim. Fotoğraf fikriyle tanıştığım ilk yıl 2011 idi. 2011 eşzamanlı olarak lise eğitimim için Sultanahmet’e gitme rutinini edindiğim yıla tekabül ediyor. Liseye başlamamla beraber okulun fotoğrafçılık kulübüne kayıt oldum. Fotoğrafın hayatıma tesir etmesi ve rutin olarak hayatımla ilişkilenmesi burada gerçekleşti. Kompakt gri bir kameram vardı. O dönem için kompakt gri bir kameraya sahip olmak bana dezavantajlı hissettiriyordu. Fonksiyon olarak diğer kameraların açtığı alanı bana tanımıyordu. Fakat bu dezavantaj olarak bahsettiğim durumun hayatımda avantaja dönüşeceği yolları keşfettim. Yaklaşık avuç içi büyüklüğünde olduğu için her yöne kolay hareket ettirilebiliyordu. Dolayısıyla gözümün vizöre yetmediği açılarda bu kamerayı elimle havaya kaldırıp ya da yere en yakın seviyeye indirip kendime yeni açılar yaratabiliyor ve çeşitli bakış seviyelerini keşfedebiliyordum. Kırılma noktamı ilk bu işlevsiz görünen kameranın üstlendiğini söylemem gerek. Bunu takip eden yıl, mobil fotoğrafçılık ile ilgilenmeye başladım. Orada da gündelik hayatıma entegre olan bir anlatıyı keşfettim. Bulunduğum şartlara olan bakışımı dönüştürme refleksi fotoğraf yapma biçimime etki etmeye ve bu deneyimin fotoğrafı yoğunlukla inşa etmeye başladığını gördüm. Bunun üzerine sanat tarihi eğitimim, arkeolojik kazılarda aldığım görevler, araştırmacı olarak seçildiğim projeler ve mevcut durumda kültür varlıkları programında yaptığım yüksek lisansım birer katman olarak fotoğrafta var ettiğim imajlara temel olacak şekilde kendi hayat deneyimime eklemlendi. Otobiyografik bir keşif olarak görüyorum fotoğrafı. Gündelik hayatta kendime yarattığım gözlem alanı, yaşadığım deneyimlerle devamlı olarak birbirini tetiklemeye hazır haldeler. Fotoğrafı kendi içimin dış dünya ile karşılaşma hallerinden türetiyorum, bir tür zihin-imge.

Yaşadığın tüm keşifler, gözlemlerin her an ve zamanın senin evreninde dönüştüğü duygu, sonrasında senin fotoğraf inşa etmen için bir malzemeye dönüşebiliyor. Zihninde ve fotoğraflarında depoladığın an ve duyguları neyi ölçeklendirerek sınıflandırıp bir araya getiriyorsun? Benim için hissetmek & hissedebilmek çok mühim. Hayatta sadece hissettiğim şeylerin peşinden gitmeye dair bir direncim var. Zihin-imge dediğim kendi içimdeki karşılaşma hali biraz da tanışıklık eylenen insanlardan aldığım enerji ile gördüğüm, sezdiğim mekanlardan aldığım enerjileri bir araya getirmemle şekilleniyor. Buradaki ölçek neyi, ne kadar hissedebildiğim oluyor. Şehri ve anları keşfetmeye açık bir biçimde sokakta gördüklerine tanıklık edip tüketirken bedenin seni yoğunluklu olarak hangi duyularınla yönlendiriyor? Çoğunlukla eylem, duyuyu takip eder. Benim için duyu, eylemi takip ediyor. Öncelikle var olma biçimimi sürdürüyorum. Kamusal alandaki herhangi bir geçiş alanında bulunma halini devam ettirebiliyorum. Devamlı aksiyon halinde olmanın ardına duyular ekleniyor. Akışın içine kapıldığım andan itibaren gördüğüm herhangi bir şey, burnuma gelen herhangi bir koku ya da işiteceğim herhangi bir ses beni kendine çekebilir. Bir şeyin peşinden gidebilmek için beni tetikleyecek bütün etkenlere açık olarak kamusal alanda bulunuyorum.


Bedenini üretim pratiğin üzerinde konumlayışın da senin disiplinin içinde alışılagelenden çok daha kapsamlı ve derinlikli bir hal alıyor. Üretim kümenin dışındaki haliyle bedeninle diyaloğun nasıl?


Kendilik bilinci… Ben ve kendim iyi ötesi anlaşıyoruz. Dünya üzerinde bu beden ve bu ruh ile yaşıyor olmanın bir sebebi olduğuna inanıyorum. Kendi olma ideasını gerçekleştirmek ve gerçekleştiriyor olmak benim için önemli. Bir yandan, bedenim dış dünyaya karşı beni temsil eden ilk imaj. Görüntü olarak standart ölçülerin üstünde (?) konumlanarak 2 metre boylarından ve ikili düşünce sisteminin dışından bir yerden fiziki dünyayı deneyimliyorum. Bu deneyimin de fotoğraf yapma ondan öncesinde düşünce biçiminde etkisi olduğunu düşünüyorum. Toplumsal olarak var olma biçiminin algılanışına dair de üretiyorum. Bunu diğer gözlem alanlarından ayırmıyorum. Tüm bu soruların içinde son sorunun son cümlesini akışkanlık ve muğlaklık üzerine kuir düşünceyi anımsatarak bu gözle röportajı ve süreçleri değerlendirmeyi öneriyor ve cümleyi sonlandırıyorum.


Başımın Üstünde Yerin Var 1, 2019

bottom of page