top of page

Logo Savaşları



Pinterest’in hayatımıza girmesiyle, insanların tasarım trendlerine eğilimlerini daha net şekilde okuyabilmeye başladık. Pinterest paylaşımlarının gösterdiği bir gerçek var: Geçtiğimiz on yıl boyunca minimalist tasarım trendleri insanları etkisi altına aldı. Yine aynı Pinterest paylaşımları gösteriyor ki insanlar minimalizmden sıkıldı; artık hikayesi olan tasarımlara yöneliyorlar. Tasarımda minimalizmin kan kaybettiği; marka kimliğini yansıtan logoların yükselişe geçtiği bu yeni döneme hoşgeldiniz!


Geçtiğimiz beş yıl süresince hemen her marka, tipografide çok sade olan Sans Serif logolara geçiş yaptı. Google gibi arama motoru devlerinden Calvin Klein gibi giyim markalarına hemen her sektörde bu geçişi gözlemledik. Öyle uzun bir sürecin sonucu olarak da değil, bir gecede hemen bütün markalar logolarında devrim niteliğinde değişikliğe giderek sadeleşti. Bu sadeleşme akımının dünyada popüler olmasını sağlayan önemli isimlerden birisi olan Steve Jobs, CEO’su olduğu teknoloji şirketinin tasarım dilini şu sözlerle özetlemişti:


“Basit, karmaşıktan daha zor olabilir: Sadeleştirmek için çok çalışarak düşünceni arındırman / rafine etmen gerekir.”


Minimalist tasarımın göründüğünden çok daha zor bir tasarım süreci olduğu su götürmez bir gerçek. Hızla hayatımıza giren ve tüm tasarım dünyasını dramatik bir şekilde değiştiren minimalizm akımının popülaritesinin arkasındaki tek sebep estetik ve şık durması değil. Bu denli başarılı olmasının en önemli nedeni, izleyicinin dikkatini tam olarak görmelerini istediği şeye odaklayabilmesi.  Fakat gereksiz ayrıntıların atılması fazla steril logoların çıkmasına sebep oluyor. Günümüzde hemen her yerde gördüğümüz bu aşırı steril logolar, markaların özgün kimliklerini yok mu ediyor sorusunu gündeme taşıyor.



I-AM Londra marka kreatif direktörü Ben Russell “How Simplicity is Creating Indistinguishable Brands’ başlıklı blog yazısında, birbirinin aynısı görünümünde onlarca steril logonun markaların görsel içerik sunumlarına ve yaratıcı kimliklerine büyük darbe vurduğuna işaret ediyor. Farklı markaların kendi özgün sesleri olması gereken logo tasarımlarının kendi seslerini kaybettiğini ve sırf trende ayak uydurmak uğruna tek tipleştiğini görüyoruz. Öyle ki bir navigasyon aplikasyonunun logosuyla bir kadın giyim markasının logosu birebir aynı olabiliyor.



Marka logolarındaki bu tek tipleşme, markaları özgün kimliklerini kaybetme riskiyle karşı karşıya getiriyor.



Fast Company'den Mark Wilson, Journal of Marketing Research'ün son araştırmaları ışığında kaleme aldığı yazısında; McDonalds ve Burger King’in logolarını kıyaslıyor. Yapılan araştırmalar, Burger King'in logosunun McDonald'sın altın kemerli ikonik logosundan daha başarılı olduğunu gösteriyor. Bunun en önemli sebebi ise Burger King’in logosunun daha betimleyici olması. Burger King, logosuna sattığı ürün olan “hamburger”i yerleştirerek insanlara ne sunduğunu net bir şekilde ifade ediyor. Bir başka deyişle, insanların bu markayla neyi deneyimleyeceğini göstererek daha en başından, insanlar restorana girmeden, müşteri deneyimini başlatmış oluyor.



Minimalist logolar, müşteri deneyimini en başından kısıtlıyor. Ne kadar sofistike ve estetik görünürlerse görünsünler sunduğu ürünü veya deneyimi anlatmakta yetersiz kalıyorlar. Başta herkesin hayranlıkla takip ettiği minimal tasarımlar artık tüketicilerin ilgisini çekmiyor. Z kuşağı her alanda olduğu gibi tasarımda da deneyim talep ediyor. Tüm bunlar da minimalist tasarımların yerini daha ifadeli ve hikayesi olan logolara bıraktığı bir dönemin başladığını gösteriyor.

 

Hemen her markayı etkisi altına alan monokrom renk paleti yerini dramatik bir şekilde renklere bırakıyor. Logolar artık tabela veya paket üzerinde değil; bilgisayar ekranlarında, akıllı telefonlarda, mağazada dijital ekranlarda ve hatta hologram olarak tüketiciyle buluşuyor. Bu nedenledir ki çarpıcı renkler günümüz dünyasında daha bir önem taşıyor. Renkler birleşiyor ve karışıyor; degradeler logo tasarımlarının önemli birer ögesi haline geliyor. Bunun en popüler örneği ise Instagram. Aslında ilk günden bu yana kullandıkları logolarını değiştirmelerinin sebebi sadeleşmek. Fakat dünyayı etkisi altına alan steril bir sadeleşmeden ziyade, ifadesini kaybetmeden ürünü ortaya koyan bir logo güncellemesine gitti.


Ian Spalter, Instagram Baş Tasarımcısı


Markanın tasarım ekibinin başındaki isim Ian Spalter, yeni logonun tasarım sürecini şu sözlerle anlatıyor:


“Instagram logosunun yeniden tasarlanmasındaki ilk aşama orijinal ikonu düzleştirmek oldu. Ancak basit bir ikondan çok daha fazlasına ihtiyaç vardı. Bu yüzden ekip dikkatini, daha fazla sıcaklık ve enerji iletmek için önceki tasarıma kıyasla daha cesur ve parlak olan uygulamanın gökkuşağına çevirdi. Son olarak, kamera simgesi, “hala bir kamera öneren ancak gelecek yıllar için zemin hazırlığı yapan” bir yere yerleştirildi ve bugünkü tasarım ortaya çıktı.”

Instagram logosu uç bir örnek olmakla birlikte hemen herkesin kullandığı bir uygulama olduğu için tasarım dünyasında olduğu kadar kullanıcılar arasında da büyük ses getirdi. Gösteren o ki, marka-tasarım trendlerindeki bu değişim rüzgarı daha yeni başlıyor ve dramatik değişimlerin sadece bir ön gösterimi.Tüketiciyle yeni bir diyalog kurmak isteyen markalar ilk değişikliği logo tasarımlarında yaparak yeni bir müşteri deneyim alanı yaratıyor. Logo tasarımında bir devir kapanırken “deneyim” dolu yeni bir dönem başlıyor.

bottom of page